Siyasetin ekonomi ile iç içe geçtiğini düşünen herkes, 14 Mayıs ve 28 Mayıs genel seçimlerinde resmen duvara tosladı.
“Tencerenin götüremeyeceği iktidar yok!” düşüncesi yerle bir oldu.
Vatandaş, "Vatansız kalmaktansa aç kalırız." dedi.
Sonra da, "Bir daha oy verirsem elim kırılsın." naralarını duyar olduk.
Seçmenin oy tercihini son üç aylık yaklaşım değiştiriyor.
Bu nedenle ekonomi yönetimleri de bu zafiyeti kullanmayı pek bir seviyorlar.
Bundan olsa gerek ki, Türkiye’nin seçim dönemlerinde son üç aylık faturayı ödemesi, 5 yıllık siyasi kredi kazandırıyor.
Dış güçler, pandemi, savaşlar, iklim değişikliği vs. gibi türlü türlü bahaneler gündeme getirilse de, aslında ekonomide her işte olduğu gibi çok basit bir matematik var:
Varsa koyarsın yoksa uyarsın.
Ne demek bu?
Yani varsa bir birikimin koyarsın ortaya,
Yoksa bir hazırlığın uyarsın ortaya...
Siyasetçi için bu kadar konformist bir alanın var olması tabii ki de pek muhterem vatan evlatlarımız sayesindedir.
Ticaret yapanların kazançlarının yüzde 55’ini alan Yüce Devletimiz, çalışanların eline gelmeden maaşının yüzde 30’una (sağlık ve emeklilik dâhil), daha sonra da KDV ile kalan kısmına el koyarak bir o kadar da işçiden alıyor.
Peki ne için?
Ne olacak, tabii ki de makam araçları, gereksiz ihaleler, bir işe beş kişilik kadro açmalar falan, bildiğiniz hikâye yani...
Devlet zenginlerimize ise pek dokunamıyor.
Boğazdaki yalılara ekstra vergi koyulmasının gündeme getirildiği o zamanlarda, kimler iktidarın üzerine gelmedi ki...
Meclis koridorlarını aşındıranların bizzat şahit olduğu "zenginlerin o basit vergi pazarlığı", ülkenin gerçeğini ortaya koyuyor.
Nedir o gerçek?
Bizler o zenginlerin arasında yer alabileceğimiz hülyalarıyla kandırılan ama esasında zenginleri daha da fazla zengin eden birer aracız.
Nasıl yani ya? diye siz bunu düşünürken ekonominin yakın zamanında yaşanacaklara ilişkin aldığım bilgileri ve öngörülerimi sizlerle paylaşayım.
Geçtiğimiz gün Ankara Sanayi Odası (ASO)’nın Ankara Etnografya Müzesi’ndeki resepsiyona katıldım.
Fırsat bu fırsat diyerek, sanayicilerin durumunu yokladım.
"İthalatçıdan hallice durumdayız!..." minvalinden cevaplarla herkesin gözünü ihracata diktiğini gördüm.
Çünkü kredi muslukları tamamen kesildi ve yeterli stok temin edemeyen yerli sermayedarların kurduğu işletmeler sıcak paraya ihtiyaç duyuyor da ondan.
Çalışkan ve inovatif bir iş insanının, halka mâl olacak başarılara imza attığını Bayraktar’ın yirmi yılını verdiği İHA/SİHA teknolojisiyle görüyoruz.
Bizim sanayicilerimizin büyük çoğunluğunun o taraklarda hiç bezi yok gibi...
Teknoloji mecrasında yarışmaktansa ucuz işgücü ile rekabetçi üretim üssü olmayı tercih ediyorlar.
Fakat bugünler gibi, kredi musluklarının kesildiği ve tüketim alışkanlıklarının da buna bağlı olarak azalış evresine girdiği bir dönemde, işgücü maliyeti iyice göze gelir.
İşte bizim sanayicilerimizin de “Gözüne gelmiş!” olacaklar ki, Kasım ayında ciddi bir işten çıkarma planı yapmışlar.
Artan maliyetleri yakın zamana kadar dengeleyemeyeceklerini düşünmelerine neden olan Orta Vadeli Plan (OVP) çözüm için 2026’yı işaret ediyor.
Hedef, o vakte kadar ayakta kalmak...
Muhalefet siyasetçilerine de gün doğmuş olacak ki, şimdiden Ocak ayı planları yapmaya başladılar.
Ocağa düşen ateş nedeniyle muhalefet üyelerinin bazıları, sert geçecek kış nedeniyle zorlanan vatandaşın Ocak ayında seçim tercihlerinde belirgin bir değişim yaşayacağını düşünüyor.
İYİ Parti’nin tek başına seçime girme kararının arkasında da bu hesap yatıyor.
İktidar kanadı ise genel seçim öncesi saçtığı paraları şu sıralar tekrar kasaya doldurmakla meşgul.
Artan vergilerin bir patlama noktası olduğuna inansam da, akaryakıta gelen zamlar sonrasında vatandaşın tek tepkisinin, zam gelmeden önce akaryakıt istasyonlarında sıra kuyruklarına girememek olduğunu görmek, ülkemiz demokrasisi adına iyimserliğimi kaybetmeme neden oluyor.
Fakat şu gerçek artık:
Dibi gördük!
Malum kişinin dediği gibi:
Daha düşecek bir yer kalmadı.
Bu nedenle de Türkiye’nin sadece oyunun kurallarını uygulayacağı açıklamaları bile Batılı rating kuruluşlarında iyimser bir hava estirdi.
Fakat buna rağmen ekonomik tablo öyle kolay kolay iyileşecek gibi değil.
Çünkü siyasetin bu tabloyu dönüştürmek için ekonomide verimliliği artıracak kaynağı üretme politikasında noksanlığı/isteksizliği var.
Bu eksiklik ise 20 yıllık iktidarın getirdiği hatır ticaretine dayanıyor.
“Benden olan yerine, layık olana verelim şu ihaleyi Hasan!..” çizgisine gelsek de, o eşiği geçmek öyle kolay değil.
Zira hendekten atlayamazsanız o hendeğe düşer ve boğulursunuz.
O nedenle iki ay içinde hem Rusya hem Çin hem de ABD’ye seyahat planları yapıldı.
Bu hesapta bir tek Avrupa’nın yeri yok gibi...
Onun da "AB hedefini canlandırma gündemiyle" hayata geçirilmeye çalışıldığını düşünsem de çok da samimi bir girişim olduğuna inanmıyorum.
Olacak olanın önüne geçme stratejisinde ekonomi, iktidar için geciktirici bir araç olarak iktidarın ömrünü uzatırken, olacak olanı bekleyip ellerini ovuşturan muhalefetin de yaşanan ekonomik kriz kolaylaştırıcısı gibi görünüyor.
Ama esas mesele, Türkiye’deki zombi şirketleri bitirecek, en az 300 milyar ABD Dolarına olan ihtiyacı giderecek o sert politikaların ne zaman devreye gireceğinin belli olmaması...
Herkesin gözü yerel seçimlerde olsa da...
Bu ekonomi oraya kadar gidebilir mi (?) bilmiyorum.
Çünkü, Araplar petrolde 100 doları konuşmaya başladı.
Pompa fiyatlarının 50 liraya yanaştığını göreceğimiz günler uzak değil.
Benden söylemesi...