Bazı mesleki alışkanlıklarım var.

Bunlardan biri Bütçe Görüşmeleri dışında kalan Meclis’in çalışma zamanlarında, haftalık olarak düzenlenen, Meclis’te grubu bulunan partilerin Grup toplantılarının detaylarına odaklanmaktır.

Orada dile getirilen kulislerden çok daha fazlası zahirde gerçekleşiyor.

Yani kimin kim ile konuştuğu ya da konuşmadığı, bunun yanında konuşurken söyledikleri kadar söylemeyerek es geçtiği konular ve özellikle de Genel Başkanların konuşmaları sırasında takınılan tavır birçok anlam taşıyor.

Bazıları coşkuyla alkışlayarak belirli bir mesaj verirken bazıları da “Aman şimdi sorun var zannedilmesin!..” tadında bir alkışlamayla diğerlerine katılıyor.

Ama bazıları vardık ki, alkışlama tercihlerinde seçici davranıyorlar.

Eskiden bu kişilerin sayısı daha fazlaydı.

Şimdilerde ise yıllarda Genel Başkanlara yakınlık göstermek adına daha sert(!) bir alkışlama üslubu gelişti.

Bir de Genel Başkanla arası limoni olan ve kapının yolunu gözleyen siyasiler, Grup Toplantılarına ya katılım göstermiyor ya da katılsa bile tepkisel bir tutum içinde bulunuyor.

Bunu da salonun ya köşe bucağına oturarak ya da gönülsüz takip, dinleme ve alkışla gösteriyorlar.

Bu kapsamda, bu hafta iki isim oldukça öne çıktı.

Bunlardan biri İsmail Saymaz’ın yazdığı, “Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın istifası…” yani bugünün popüler deyimiyle görevden affı talebi kulisiyle görüldü.

Gözlemlerim zaten Koca’nın üzerinde bir hâller olduğu yönündeydi.

Alkış konusunda da bayağı çekingen bir tutum sergiledi.

“Bir şeyler olacak dur bakalım!”, demeden Saymaz bombayı patlattı.

Habercilik yönüyle tebrik ederim.

Ama Fahrettin Koca’nın istifasını sunduğu kulisinden daha önemli gelişme Koray Aydın’ın İYİ Parti’den istifa etmesidir.

“Yıllanmış bir siyasetçi, ne etkisi olacak?” demeyin.

Büyük tablo öyle değil.

Meral Akşener, İYİ Parti’yi bıraktıktan sonra yerine halef olacak Müsavat Dervişoğlu’nu işaret etmişti.

Dervişoğlu yanlış politikaların erittiği İYİ Parti’yi ve küskünleri toplama politikasını merkeze alarak ikinci şahlanış hikayesini kurgulamaya başlarken Meral Akşener’in Külliye’ye çıkması İYİ Parti’yi epey zora soktu.

Üstelik bir de partiden fotoğraflarının indirilmesini istemesi ise örtük bir mesaj barındırdı.

Kurucu Genel Başkan olmasına rağmen parti ile kurduğu ilişki, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görevini Erdoğan’a devrettikten sonraki sürece oldukça fazla benziyor.

Abdullah Gül, tekelleşen AK Parti siyasetinde yer bulamayacağını bildiği için otorite olmaya çalıştı.

Karşılık bulamadı.

DEVA Partisi ile yakınlaştı, Ali Babacan ile görüşmeler yaptı, hatta Cumhurbaşkanı Adaylığı için ortak adaylık misyonuna talip oldu.

Ülke için yeni bir hikâye yazılması gerektiğini söyleyerek kendi camiasında oyun değiştirici olmaya çalıştı.

Meral Akşener de tam olarak aynı yolun taşlarını döşemeye çalışıyor.

Abdullah Gül’ün durulmasında en büyük etken Erdoğan’ın çok güçlü bir siyasi figür olmasının getirdiği büyük etkiydi.

Meral Akşener de kendi camiası olan Ülkücüleri organize edebilmek için, partisiyle olan bağlantısını pamuk ipliğine bağladı, ve ardından Külliye’de Sinan Ateş gündemini Erdoğan’ın önüne getirecek bir görüşme yaptı.

Amaç; Ülkücüleri birleştirecek bir hareketi hayata geçirmek ve bu süreçte Alparslan Türkeş’in rolüne soyunarak milliyetçileri birleştiren çatı olmaktı.

Nitekim Erdoğan’ın Grup toplantısında, CHP ile yürünen “Yumuşama Gündemi”ni yerle bir ettiğini görmemize rağmen Sinan Ateş Davasına ilişkin bir tavır almadığına şahit olduk.

Ülkücülerin birleşmesi Erdoğan’ın işine gelmez.

Halihazırdaki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çarpık bir Başkanlık Sistemi olsa da iki kutuplu bir siyasetin oluşmasına neden oluyor.

Bu da Muhafazakâr çoğunluğa sahip Türkiye siyasetinde iktidarın her zaman AK Parti ya da onun türevlerinden çıkacağı mantığını dayatıyor.

Fakat son yıllarda öyle olmadı.

İnsanlar muhafazakârlıktan soğudu.

Din olgusu, geride bırakılan ve birleştirici bir unsur olarak gündemden düşen bir hâl almaya başladı.

İşte tam bu gündemde, solda birlik oluşturan ve merkez olmaya başlayan CHP’ye karşıt olan AK Parti’nin erimesi başladı.

CHP yükseliyor, AK Parti düşüyor.

İyi ama Başkanlık Sistemi’nde karşıtlıklar her zaman işleri ötekisini var eder, demiştik.

Doğru da dedik.

İşte Meral Akşener de dağılan muhafazakâr boşluğu MHP ile doldurmak istiyor.

Küskünleri toplayan, sert milliyetçilikten biraz daha soft bir milliyetçiliğe de geçip içinde Zafer Partisi gibi uçları da BBP gibi softları da barındıran bir siyasete merkez olan MHP, Türk siyasetindeki kutuplaşmada yükselen değer olabilir.

İşte tüm bu planların ortasında MHP’ye en yakın isim olan ve bir birleşme olacaksa ancak Koray Aydın ile mümkün olacağı gerçeğine dayanan hesaplar Koray Aydın’ın elinden uçtu gitti.

Koray Aydın da bu durumdan dolayı kurucusu olduğu partiden istifa etti.

Daha iyi görevlere gelemeyeceğimi bilmeme rağmen istifa ediyorum, çıkışı bu durumu özetleyen ifadesi oluyor Koray Beyin…

Siyasette herkesin bir hesabı var.

Şu an tüm hesap Temmuz’daki Sinan Ateş davasına kilitlendi.

Bahçeli’nin sağlık sorununda bunun ne kadar yeri vardır bilinmez ama MHP yine siyasetin tam ortasında yer alan bir hesabın içinde bulunuyor.

CHP ise solda daha da derinleşecek bir taban çıkışını yapabilmiş değil.

Zira geçtiğimiz hafta yazdım ve söylediğim gibi Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonominin tam yetkili ismi olması Erdoğan’ın egemenlik alanını bile daraltıyor.

Nitekim CHP’li Yalçın Karatepe’nin Şimşek ziyareti herhangi bir yol kat edilemeyen bir zaman israfı oldu.

Çünkü Türkiye, CHP’nin öngördüğü gibi Karma Ekonomik Sistem gibi ekonomik modellerden kurumsal olarak çok uzakta bulunuyor.

Ayrıca gittiği yol da tam liberal piyasaya doğru bir yol…

Yani sizin anlayacağınız rekabetçi ve küresel piyasaların istediği bir ekonomi olunmaya çalışılıyor.

Bunda sorun yok, bu genel hedef; Türkiye’ye ileri taşır.

Sorun, dönemsel siyasi çıkarlar için bu genel ekonomik hedeflerin yerle bir edilmesinde herhangi bir beis görülmemesi

Türkiye siyasi girişimler çöplüğü hâline geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeni bir şey deneme” çıkışları asla son bulmuyor.

Bu yoldan giden İletişim Başkanlığı da bir dönem Türkiye için özel projeler üretilmesi çağrısında bulunmuş toplumdan binlerce öneri almıştı.

Hasbelkader ben de kendimce bir öner sunmuş ülkenin gidişine ufak da olsa fikri bir katkıda bulunmak istemiştim.

Geri dönüp baktım ki, kurumsal olarak ülkenin iletişim algısında devrim yapmak isteyen kurumun siyasetin hantallık getiren kurumsallığına ve gündeliğine malzeme olduğu gerçeği ayan beyan ortaya çıktı.

Peki o zaman milyarlarca liralık bütçelerler, yüzlerce personel tam olarak ne işe yarıyor?

Zorlu sorulara cevap vermeyi kendisine görev edinmemiş, koltuk işgal eden ne kadar fazla, çok maaşlının olduğunu bir bilseniz, el insaf edersiniz ama gerek yok güzel halkım, siz hiç keyfinizi bozmayın!

Reuters Enstitüsünün geçen hafta yayımlanan raporuna göre dünyada bilgiye ulaşamayan kişiler önce haber içeriğinde bilgi olmasını talep ediyor.

Ulaşabilenlerse bilginin analizinin yapılmasını istiyor.

Bizde doğru bilgiye ulaşma konusunda ciddi sorunlar var.

Analiz konusunda ise basında toplasan analiz yapan yüz kişi bulamazsın.

Ben de bu analiz meselesinde payıma düşeni yapıyorum ama büyük bir hüsran yaşıyorum.

Gerek ekonomi gerek ise dış politikada edindiğim bilgilere istinaden tutarlı analizler yapmaya çabalıyorum.

Bugünü anlamak istemeyen halkımızın geleceğe ilişkin bilme ve anlama kaygısı olmaması benim işimi bir miktar anlamsız hâle getiriyor.

Geriye dönüp bakıyorum. Gerçekten tutarlı birçok tahminim olmuş.

Fakat bu çabam büyük ölçekte etkisiz kalmış.

Bunun sebebinin de adil bir rekabet içinde olmayan toplumun torpil ve tanıdık arayışının geleceği analiz edecek politikalara ihtiyaç duymamasına bağlıyorum.

Bunun sebebi de bence yıllar boyunca bitmeyen enflasyonun oluşturduğu mal ve stok merkezli zenginleşmeyi esas alan rekabetsiz ekonominin kanıksanmış olmasıdır.

Bunların hepsi değişecek.

Değişmek de üzere…

Macaristan’ın dönem başkanlığındaki AB’nin Moldova ve Ukrayna ile başlattığı Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri gündemi, Türkiye için hareketlendirici bir fırsat doğuruyor.

Bosna, Kosova, Sırbistan için götürülen süreçler emsal olmayabilir, diye Türkiye’nin pek gündemine girmemiş olan Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerini canlandırma gündemi, Macaristan’ın yapıcılığı ve iki yeni devletle yeni başlayan süreç emsal gösterilerek yeniden hareketlenebilir.

Aylardır yazdığım gündem geldi çattı.

Erdoğan içeride alternatif siyasi adımları politize gündemlerle götürürken ekonominin düzelmesi için dış gündemi dizayn ediyor.

NATO’nun yeni Genel Sekreteri olarak Rutte’nin adının açıklanması ile Türkiye’nin pazarlık konusunda talebinin ne olduğu az çok anlaşılmıştır sanıyorum.

Yakında içeriden ve dışarıdan daha da hareketli gündemler gelecek.

Bu analizleri kaçırmayın.

Benden söylemesi…