Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra Avrupa siyasetinde yeni bir dönemin başlayacağı söylendi.

Artan milliyetçiliğin Avrupa’nın içe kapanacağı düşüncesini ortaya koyan birçok analist ve gazetecinin anlamadığı en temel unsur ekonominin artık geri dönülemeyecek kadar küreselleşmiş olduğu gerçeğidir.

Bunu kabul etmek istemeseler de verimsizlik nedeniyle krizde olan her ülkenin, daralan ulusal kaynaklara rağmen artan fon varlıklarını ülkelerine çekme zorunluluğu, bire bir ilişkilerle liderlerden borç isteme düzenini yerle bir ediyor.

Fonlar gibi daha kurumsal yönetime bırakılan paraları, ülkeye çekmek için ne ayak oyunları ne de “dostum” ibareli devlet başkanı ilişkileri hiçbir işe yaramıyor.

Ülkenin makro değerlerine bakılıyor.

Hukuk düzeni inceleniyor.

Parayı yatırıp alabilmenin yanında uluslararası sistemde ötekileşerek dışlanması senaryosunun gerçekleşme ihtimali fiyatlanıyor.

Ardından yatırım için bir risk primi belirleniyor ve milyarlarca dolarlık büyüklükteki fonlar paralarını kademeli bir şekilde ülkeye aktarıyor.

Böyle bir düzende istediğiniz kadar sosyalist ya da istediğiniz kadar milliyetçi olun.

Değerler hiçbir şey ifade etmiyor.

Dindar olmak ya da dinsizliğin para düzeninde hiçbir anlamı yok.

Öyle olsaydı onlarca yıldır Ümmetçi Politikaları merkeze alan Türkiye en çok doğrudan yatırımı Ateistlerin yaygın olduğu Hollanda’dan değil diğer İslâm ülkelerinden alırdı.

Fakat öyle olmadığını hepimiz biliyoruz.

Paranın dini yok.

Küreselleşme ile gelen bireyselleşme ve aynı zamanda artan lüks ve konforun insanların vazgeçemeyeceği bir boyuta ulaşması nedeniyle sözde artan milliyetçiliğin Avrupa’yı daha dar bir kalıba sokacağı fikri gerçeği yansıtmıyor.

Olması gerekenlerden uzak olan bir düşüncenin alışılmış ezberleri dile getirmesinin sebebi dünyanın geldiği dinamikleri anlamamaktan geçtiği aşikâr bir durum.

“Dünya, küresel bir köy...” yakıştırmasının sıklıkla kullanıldığı küresel düzenin, toplumlar üzerindeki etkileri bazen aynı reflekslere neden olur.

Pandemi nedeniyle kaynakları daralan Avrupalıların düşük faiz politikasıyla ayakta tutulması sürecini, dağıtılan paraların toplanması amacıyla getirilen yüksek faiz süreci takip etti.

Bütçe ve para dengeleri için parasal sıkılaşmanın zorunluluğu nedeniyle artan vergiler ve yatırımdan uzaklaşan paraların toplumların refahındaki geri gidişte önemli bir yer tutması, toplumları uç düşüncelere sürüklediği paradigması uzun yıllardır bilinen sosyolojik bir gerçeklik.

Türkiye’nin artan yoksulluk sonrasında Suriyelileri, Ensar-Muhacir çizgisinden bir “yük” çizgisine getiren de bu düşünce…

Avrupalılar da farklı değil.

Kaybettikleri zenginlikler nedeniyle ülkelerinde yaşadıkları zorlukların faturası bir yere kesilecek.

Mahallesine kadar giren, gözüyle gördüğü sebep ise göçmenler oluyor hâliyle...

Bir dönem ucuz işgücü olarak kullanılan göçmenlerin başka bir dönemde istenmeyen adam ilan edilmesi, toplumların konfor alanlarına olan bağımlılığı nedeniyle insani değerleri ve hak, hukuk, adalet ve etik değerleri nasıl da dışarı bırakabildiğini görüyoruz.

Buna rağmen istemeye istemeye de olsa Avrupalılar küresel ekonominin bir tarafı olmaya devam edecek ve hiçbir içe kapanma emaresi göstermeyecek.

Bu nedenle Avrupa hikayesi bitmeyecek ve Türkiye’nin de AB hedefi canlı bir şekilde kalacak.

Gerçekliğin ayan beyan ortada durduğu bir durumda önümüze gelen fırsatı kullanmak bizim yapabileceğimiz en iyi iş olur.

Avrupa Birliği dönem başkanlığı yakında Macaristan’a geçecek ve Türkiye için pozitif gündem oluşturmak için muazzam bir fırsat geliyor.

Ekümenikliğin kabul edildiği dış politika facialarına rağmen yapılabilecek birçok şey var.

Bunları ciddi yol haritaları ile ortaya koymak çok önemli.

Bu kapsamda en önemlisi ise Avrupa Birliği’nin seçim sisteminin daha demokratikleştirilmesi süreci olabilir.

Erdoğan, Anayasa değiştirme gündemini öyle veya böyle, bir sebepten dolayı gündemde tutuyor.

Muhalefetin de oyuna gelmeden bir düzenleme isteği ortada görünüyor.

Un, şeker ve diğer şeyler var, e o zaman helva yapalım ya!...

Hükümeti, AB sürecini hızlandırmak için ev ödevlerine yönlendirmek gerekiyor.

Özgür Özel, Erdoğan’ı misafir ettiği CHP Genel Merkezi’nde Avrupa Birliği hikayesini canlandırma konusunda pek teşvik edici bir noktada kalmadı.

Ama Özel’e yeni bir fırsat geliyor.

Erdoğan, ekonomiden dolayı çok sıkışmış durumda…

Bu nedenle de Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonomik vizyonundan hiç taviz vermiyor.

Mehmet Şimşek’in Orta Vadeli Programı’nda Türkiye’nin ekonomik sürdürülebilirliğini yeniden inşa etme ve uluslararası itibarını yeniden kazanma önemli bir gündem olarak varlık gösteriyor.

Erdoğan’ın yönlendirmesiyle Mehmet Şimşek ile görüşecek CHP’nin ekonomi kurmaylarının gündemine alması gereken bir numaralı gündem maddesi Avrupa Birliği sürecinde iki ayaklı bir strateji uygulamak olmalı…

“Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriteri yaparız” safsatasından bu yana bir adım atılmadığı ortada duran bir gerçekse o zaman bu kriterleri siyasi olarak ortaya koymak Özgür Özel’in bir numaralı gündemi olmalı…

Ekonomi kurmayları ise dosyasına Maastricht Kriterlerini koyarak Mali Kural başta olmak üzere sıkılaşmanın artırılmasını ve denetlemenin ilerletilmesini talep etmesi en makul yol olacaktır.

İktidara Macaristan’ın dönem başkanlığı sürecinde teşvik verilebilir.

Tıpkı yirmi yıl önce yapıldığı gibi AB, ülkenin ekonomik zorluğu için çözüm olarak sunulabilir.

Bu kapsamda Avrupa Merkez Bankası’nın faiz indirimi üzerine bir hikâye yazılabilir ve başaranların yanında yer almanın önemine vurgu yapılabilir.

Amerika hâlâ çok güçlü ama bu gücünü giderek kaybetmeye yüz tutuyor.

Biden’ın seçimi kazanmak için ABD vatandaşlarıyla evli göçmenlere vatandaşlık vererek seçimi kazanacak yarım milyon çoğunluğun peşine düşmesi ABD’nin düşünülenden çok daha kötü bir yönetimin içine düştüğünü gösteren önemli bir örnek…

Bu gidişle Amerikan tarafından ziyade coğrafi zorunluluk olan Avrupa ile bütünleşip yatırım havzası olarak Orta Asya’daki Türk devletlerini gündeme getirmenin yanı sıra Rusya’nın Amerika’ya karşı yalnız olmadığı, Avrupa’da ise sıkıştırılmayacağı gündemler oluşturmak tam bir kazan kazan formülü olarak ortaya koyulabilir.

Çin’e karşı dünyanın ekonomik ve ittifak pozisyonları ötekileştirici yönde değil de birleştirici bir yönde hareket ederse Rusya’nın Kuzey Kore gibi Deli Dumrul ile marjinalleşmesinden ziyade daha makul bir yaklaşıma gelmesi sağlanabilir.

Kazan kazan için bazen çözümleri satın almak sorunlara karşı ilkesel durmaktan daha fazla başarı sağlayabilir.

Benden söylemesi…