Gerçekten bu kadar hızlı değişim yaşayan başka bir ülke yoktur.

Milletimizin değişime olan adaptasyon hızı muazzam seviyede ileride…

Bakınız bu hafta yaşanan bir olaya...

TÜİK…

Şu güzide kurumumuz uzun yıllardır kış uykusundaydı ama bir şey oldu uyandı ve Türkiye’yi sarstı.

Daha önce de piyasalara güven vermek için ekranlara çıkarılan, basın toplantıları yaptırılan bürokratlar oldu.

Ayağı yere basmayan, gerçekten uzak politikaları en iyi savunan bu zamana kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu için bu bürokratların sürekli bocalamalarına şahit olduk.

Çünkü Erdoğan’ı ayakta tutan bir halk tercihi var.

Bu kadar adapte olmaya hazır bir toplumun aklını çelmek ve arkasına almanın aslında hiç de zor olmadığını bilen Erdoğan işleri tesadüfe bırakmayı sevmiyor.

Bakın işte bunun en güzel örneklerinden biri daha zuhur ediyor efendim.

Suriye Devlet Başkanı Esad’a canhıraş bir şekilde “Gel görüşelim!” çağrısı Erdoğan’ın en büyük idare etme girişimi olmak üzere…

Eğer başarılı olursa muhakkak bunda sahanın getirdiği uluslararası reel politik bir ölçekte etkili olacak ama asıl sebep tabii ki de iç politikada Erdoğan’a verilen desteğin devam etmesini sağlayacak yeni bir değişimi sağlamak.

Bu refleksi Erdoğan’ın NATO üyesi olarak ŞİÖ’ye üye olmak istemesi açıklamasında da görmek mümkün.

Dünyanın güç değişimi ve gücün dağılımı sürecinde Dünya Lideri olmak için ülkeyi bir kutup ilan etme politikasının ayağının yere basmasını sağlayacak bir ekonominiz olmazsa işte böyle paranın çekildiği yönlere yanlamaya başlarsınız.

Ekonomi o kadar önemli ki, Osmanlı’nın batmasında da Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında da çok ana faktörlerden biri…

Osmanlı bilim ve tekniği tabandan getirecek bir düzen kuramadı çünkü büyük bir tarım toplumunun organize ettiği büyük bir savaş makinası onlara fazlasıyla yetti.

Yüzyıllar boyunca da bunun ekmeğini yedi ama sanayi, ekonomi, para politikaları ve liberal piyasalarla gelen rekabetçi bilim ve teknik uygulamalarını yakalayamadı.

Yakalayamazdı da çünkü ülkenin kuruluş ve işleyiş kodları ile Yeni Dünya’nın kodları epey bir farklıydı.

Bu nedenle bilinen ve başarılı olan en iyi yöntem kullanıldı: Devşirme.

Önce bilenleri ülkeye davet ettiler. Olmadı.

Sonra teknoloji sahibi şirketleri davet ettiler. Olmadı.

En sonunda ülkemizde kafası çalışanları Avrupa’ya gönderdiler fakat o da olmadı.

Çünkü toplumsal kontrolün had safhada olduğu bir ülke ile nispeten daha özgür bir ülkede varlık göstermenin getirdiği sonuç liberal değerleri benimseyen ve Batı’ya yakınsayan ülke içi muhalefeti oluşturmaktan öteye geçemedi.

İttihat ve Terakki’nin Batı merkezli bakışını daha milli bir duruşa getiren Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği vizyonu uygulamak ülkeyi kısa zamanda büyük bir dönüşüme soktu ama birçok travmayı da beraberinde getirdi.

Çünkü Atatürk, Erdoğan kadar “siyasette” mahir(!) değildi.

Fakat çok belli oluyor ki Erdoğan da Atatürk kadar savaşta mahir değil.

Esad ile buluşma; yine, yeniden kurulmaya çalışılan Yeni Dünya Düzeninde doğru politikaların uygulanmadığının bir itirafıdır.

Türkiye’nin kaybedilen yıllarının yanında Halepçe’de olduğu gibi iyilik yapalım derken artık kendimize düşman bir Suriye halkı meydana getirdik.

Bundan sonra işler Türkiye’nin ekonomi ve iç politikası için iyiye doğru gidecek ama maalesef dış politika için geleceğe büyük bir sorun tohumu ektiğimizi söylemek gerekiyor.

Erdoğan bu dünyadan göçecek ama o sorunu bizim çocuklarımız ve torunlarımız yaşamaya devam edecek.

Tüm bu şamatadan kurtulmanın yolu Doğu’daki güç hesapları ve İstihbarat oyunlarını bir tarafa bırakarak medeni dünyanın bir parçası olmaya çalışmaktır.

Bunu yapacak bir irade Erdoğan’dan çıkar mı?

Erdoğan koltuğu riske girince işleri nereye kadar taşıyabileceğini göstermiş oportünist bir lider.

Kendisi ile bir başkası arasında avantaj sağlamak için her konuda daha da ileri gitmekten kendisini geri görmeyecektir.

Bu nedenle Esad ile de görüşür, ŞİÖ’ye de girer…

Bunu sağlarken ülkeyi pata küte bir yerlere sürüklediği için sonuçları geri dönülmez bir noktaya ulaşır mı?

İşte asıl tartışmamız ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kamuoyu baskısı altına almamız gereken konu da bu…

Zira Erdoğan’ın uzun zamandan sonra yeniden kamuoyunu dinlediği çok kıymetli zamanlara geldik.

Demokratik zeminin varlığı oy ile pervasızlaşan liderlere ayar verilmesini kolaylaştırıyor.

Unutulmaması gereken o sözü şuraya iliştireyim:

“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.”

Yeni nesil siyasetçilere tavsiyem bunu anlamaları ve oyunlarını buna göre kurmalarıdır.

Benden söylemesi…