Cebimizdeki parayı yönetmek kolay iş değil.

Yanlış yönetirsek birikimlerimizi heba edebilir, geleceğimizi zora sokabiliriz.

Ama bu riske rağmen cebimizdeki paranın hesabını kimseye vermeyiz.

Kazancımız da kaybımız da bizi bağlar.

Aile sahibi olanların karar verirken aynı çatı altındakileri düşünme zorunluluğunu neredeyse her hanede ortak duygu olarak görsek de, yanlış kararlarla ortaya çıkacak yıkım, ekonominin geneli için sınırlı boyutlardadır.

Küçük dünyaların kayıpları da kazançları da büyük oluyor.

Ama devletlerde bu durum tam tersi etki yapıyor.

Büyük kayıplar zamana yayılabiliyorken kazançlar hemen tüketilebiliyor.

Bilin bakalım bunun kararını ise kim veriyor:

Tabii ki de siyaset!...

O mahir politikacılarımızın mükemmel iktisat analizleri karşısında oluşan güvensiz ortamının yükü, hepimizin sırtına bir kerede yüklenmeyecek ey vatandaşlar, rahat olun!

2030’a kadar sürecek bir durgunluk bizi bekliyor.

Geçtiğimiz gün TBMM Plan Bütçe Komisyonuna sunum yapan Merkez Bankası’nın çiçeği burnunda başkanı Hafize Gaye Erkan’ın sunumunu dinledim.

Son açıkladığı enflasyon raporunun dumanı tüterken Orta Vadeli Program (OVP)’da revize edilen tahminler, bu hızla giderse OVP’deki öngörülen değeri de geçecek gibi görünüyor.

Ama önemli değil ki...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis açılış konuşmasında durumu özetledi:

“Ekonominin ruhunu oluşturan güven ve istikrar iklimini bozaca her türlü söz, tutum ve davranıştan uzak durmalıyız.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 yıl önce simit hesabı yaparken “güven ve istikrar bozucu” bir noktada olmadığını düşünerek bile simit hesabına sığınabilecek bir muhalefet yokken ne de güzeldir söz, tutum ve davranışlara girişmemek değil mi?

-Ey Azizim, tadımız kaçmasın şimdi, acı acı konuşma yine?, deme be kardeşim.

Benim derdim hiç canını sıkmak olmadı ki...

Önce gerçeği gör, sonra oturup “meseleye çözüm üretelim” isterim her vakit...

Olursa ne âlâ, olmazsa canın sağ olsun be abi...

Bu tadı da aslında Merkez Bankası’ndan aldım doğrusu...

Yıllardır tahminlerini tutturamayan, hedeflerine ulaşamayan Merkez Bankası’nın kaybolan itibarı beni bu noktaya getirdi.

Yıllarca Dijital Türk Lirası, dedim.

Kayıt dışılığı bitirmek ve yatırımı artırmak için elimden gelen farkındalığı artırmaya çalışmaktan başka bir şey değil.

İşte bu nedenle ve yine bu amaçlarla söylüyorum ki, Komisyon’daki sunumda, 2024 yılında dezenflasyon dönemine girileceği beklentisinin gerçekleşmesi epey zor gibi görünüyor.

Artan faiz ile zarar yazan bankalar bir yana üç kuruş parasıyla geçim nedir unutan başka bir yana...

Ekonomideki verimliliği sadece para politikalarına hapseden bir yaklaşım kesinlikle kabul edilmez.

Talebi daraltarak enflasyonist etkiyi azaltmaya çalıştıklarını söyleyen Başkan Erkan’ın yapısal reform talepleri ve söylemleri epey geride kaldı.

Yapılması gereken temel tüketimi olan mal ve hizmetlerin “yerlileşmesini” ve stabil bir TL ile yoluna devam etmesini sağlamak.

Gerek Merkez Bankası’nın tutumu gerek ise OVP’nin ortaya koyduğu belirsizlik, gelecek için kaygılı olma durumunu kaçınılmaz olarak daha da artırıyor.

Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerin stagflasyona girme ihtimalini aylardır yazıp çizmemize rağmen kulağının üzerine yatanların getirdiği durumu yaşıyoruz.

Gelinen noktayı iyi analiz ederek geleceğe bakmak gerekiyor.

Benim yaptığım analize göre Mayıs 2024’e kadar tırmanmaya devam edecek enflasyonun dizginememesi durumunda hiper enflasyona dönüşme riski var.

Her zaman “Türkiye, asla Arjantin olmaz!” desek de, sanırım o noktaya ilk kez bu kadar çok yaklaştık.

Banknotları yenilememeyi “erkeklik” olarak gösterip 7 bin 500 emekli maaşı ile 11 bin 402 TL ücreti bozdurup bozdurup harcayan vatandaşın yaşanan bu durumdan hiç mi hiç şikâyeti yok.

Artık olamaz da çünkü bu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, “Güven ve istikrar iklimini bozaca söz...” olur.

Sıkın dişinizi bakalım Yiğitler...

Sizin de gününüz gelecek.