Ülkede bıçak sırtı ilerleyen bir çözüm süreci var.
Süreçle ilgili İmralı ve Kandil’den sürecin amacı olan “PKK’ya silah bıraktırma, terörü bitirme” amacına yönelik olumlu açıklamalar var.
Sürecin aktörleri olan iktidar, DEM Parti, HüdaPar, dindar kesim, Kürtlerin bir kesimi, CHP gibi bir ana muhalefet partisi ve hatta Irak Kürdistanı’ndan da sürece yönelik olumlu açıklamalar var.
Elbette süreç devam ederken kent uzlaşısı yapan belediyelere ve DEM Partili belediyelere kayyım atanması gibi süreçle uyuşmayan durumlar da var. Demokrasinin yara aldığı bir ortamda, muhalefet etmenin yargı yoluyla engellendiği bir zamanda çözüm girişiminden bahsetmek de elbette abes.
Süreç, her ne kadar “PKK’ya silah bıraktırma, terörü bitirme” süreci olarak adlandırılsa da aynı zamanda sürecin Kürtlerin eşit vatandaşlık taleplerinin önünün açılması, anayasal olarak tanınma gibi talepleri de içermesi gerekiyor zira aksi halde neden bir süreç işletilsin? Ya da terör örgütü PKK neden silah bıraksın?
Geçtiğimiz günlerde HüdaPar, ki kendisi seçimde Cumhur İttifakı bünyesindeydi, bir çalıştay düzenledi ve burada çözümün toplumsal yönüyle ilgili talepleri dile getirdiler.
Sonuç bildirgesinde barış talep edildi, Kürtlere yönelik asimilasyonun ve yok saymanın terk edilmesi, anayasal olarak Kürtlerin tanınması yani Kürtlere zorla Türksün baskısı yapılmaması, Kürtlerin ecdatlarına ve Kürt kimliğine hakaret edilmemesi, geçmişte yaşanan hataların tekrarlanmaması, anadil Kürtçe’nin tanınması ve anadilde eğitimin olması gibi demokratik talepler dile getirildi.
Herhangi bir şekilde iki bayrak, iki ülke, Türkiye’nin bölünmesi, terörün desteklenmesi gibi bir ifade kullanılmadı. Türkiye’deki seküler milliyetçi, Kemalist, ulusalcı kesim içerisinde çözüme karşı olanları tetikleyecek tek ifade belki “Kürdistan” ifadesinin kullanılmasıydı. Bunun dışında kalan talepler, demokratik taleplerdi.
Ancak bu demokratik talepler, “hainlik, alçaklık, bölücülük” olarak tanımlanarak çözüm süreci şeytanlaştırılmaya çalışıldı.
Bu şeytanlaştırma faaliyetine, takip edebildiğim kadarıyla, dindar kesim, bazı AK Partililer, demokratlar ve Kürtlerin bir kesimi birlikte tepki verdi. Türkiye’deki toplumsal birliğin sağlanması açısından bu “birlikteliği” önemli buluyorum zira bu sağlanırsa bir asırdır tüm ülkeyi korkutma metodu olan “bölünme ihtimalinden kaynaklı gerginliğin” önüne geçilebilir.
Türkiye’nin birçok sorunu var, bunlardan birisi de maalesef Kemalizm… Kemalizm derken Atatürkçüleri, CHP’lileri ve hatta ulusalcıları kastetmiyorum. Kemalizm daha çok Atatürk’ün fikirlerini, ondan sonraki dönemde faşizm ve despotluk ile harmanlayıp ülkeye babasının malı muamelesi yapan, dindarları, Alevileri, Ermenileri, Kürtleri yani ülkenin tüm temel unsurlarını ve vatandaşlarını şeytanlaştıran bir ideolojiden bahsediyorum. Hatta Kürt meselesinin bugün bu coğrafyada bir asırdan fazla bir süredir devam etmesindeki tek neden olmasa da nedenlerden bir neden olarak Kemalizm olduğunu söylemek abartı olmaz.
Kemalizm, ülkedeki tek sorun olmasa dahi büyük sorunlardan biri ve en büyük sorunu da kendisini, hukuktan üstün bir noktada, herkesi kendisine göre tanımlamayı kendisinde hak gören, anti demokratik bir yapı olması. Ve bu yapı, kabul edilemez marjinalliğini kabul edilebilir kılmak için sürekli asimile etmeye çalıştığı kesimleri kriminalize ederek, şeytanlaştırarak toplumsal bölünmenin sebeplerinden biri olabiliyor. Örneğin; Kemalistlerin, Kürtlerle sorunu yoktur sadece terörle vardır zaten Kürt sorunu da yoktur. Başörtüsüyle, dinle sorunları yoktur siyasal İslam’la sorunları vardır ama “başörtüsünün siyasi simge” olduğunu iddia edip, yani bir düşmanı kendi elleriyle yaratıp sonra onunla savaşıyor görünerek Atatürk’ün bir asır önce kadınlara tanıdığı eğitim hakkını kadınların elinden almayı Atatürkçülük üzerinden pazarlarlar. Ya da doğrudan İslam karşıtı bir konum alamadıkları için, siyasal İslam kavramını kullanarak din karşıtlığı yaparlar.
Sadece Kürtler ve dindarlar mı… Anadolu köylüsü de bu kesim için başında tülbenti, elinde kazması ile köyünde kalması gereken, böylece o köylüye bakıp kendisinin ne kadar ilerlemiş ve modern bir yapı olduğunu göstermesi açısından “asla başını açmadan ve hatta dindar kimliğini koruyarak” var olması gereken halk kitlesidir. Zira onlar için din, geri kalmış, gelişmemiş bir şeydir ve o köyde kalmalıdır! Böylece Kemalizm bir ilerleme ideolojisi olarak din karşısında parlayacaktır.
Velhasıl, Türkiye’de Kemalizm elbette tüm sorunların sebebi değildir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, ülkeye “babasının malıymış” gibi davranan, kendisinden başkasını kabul etmeyen, despot, tek tipçi Kemalizm, Kürt meselesiyle ilgili sonuç bildirgeleri içerisinde adının da geçtiği gibi bu meselenin sebep bildirgelerindendir ve bunu fark edip, bununla yüzleşip, kendini düzeltme yoluna gitmediği müddetçe haklı olarak ülkenin sorunlarının sebebi olarak anılacaktır.
Şöyle bitireyim ve hatta isim de vereyim; Cumhurbaşkanı Danışmanı Uçum, Mustafa Destici, Ayyüce Türkeş gibi siyasetçiler ve hakaret etmekten konuşamayan Kemalistler, tehdit etmek, hakaret etmek, iftira atmak, Kürtçe’yi yok saymak yerine bu meseleyle ilgili “Kürt meselesiyle ilgili yapılan çalışmalar konusunda bazı tedirginliklerimiz var ve hatta bu meseleye taraftar olmayan kesimlerin de endişelerinin giderilmesi gerek” şeklinde yapıcı bir açıklamalarda bulunsalardı, birkaç gündür siyaset ve toplum içinde kavga mı olurdu yoksa karşılıklı konuşabilme ihtimali mi? Elbette ikincisi. Kemalistler, bunu önlemediği müddetçe bu ülkede kavga da bitmeyecek. Ve zannediyorum ki bunu bilmeyecek durumda değiller, sadece bu kavga biterse kendilerinin bitme ihtimalinden korktukları için maalesef bu kavgayı sürdürüyorlar. O yüzden kendilerine Kürt meselesi sonuç/çözüm bildirgesinde, Kürt sorununda sebep bildirgesi oldukları söylendiğinde fazla alınganlık göstermesinler. Zira artık cevabı tek başına Kürtlerden değil, kendi cenderelerinden geçirdikleri dindarlardan da alıyorlar, bu da iyi oluyor, daim olsun.