İmralı’dan PKK’ya yönelik silah bırakma, örgütü lağvetme çağrısının dumanı henüz üzerindeyken İmralı mektubunun sadece PKK’yı mı yoksa Suriye’deki PYD’yi de mi kapsayıp kapsamadığı tartışılmaya başlandı.

Ancak bu tartışma fazla uzamadan Suriye yönetiminin bir numaralı ismi Şara ve SDG komutanı Abdi arasında anlaşmaya varıldı.

Anlaşma özetle Suriye’nin birliği konusunda birlikte hareket etmek üzerineydi.

Türkiye’deki çözüm süreci ile doğrudan ve tamamen aynı şey olmasa da Suriye’deki Kürt meselesi, SDG’nin konumuyla ilgili tartışmalar hem Türkiye’nin hem de bölgenin Kürt meselesine dair çözümler açısından birbirinden kesinlikle bağımsız değil. Bu minvalde, PKK’nın silah bırakması, Türkiye’de bir çözümün işler olma ihtimali, Suriye’deki Kürtlerin rejim ile ortak hareket etmesi, en azından şimdilik olumlu gelişmeler, böyle devam ettiği müddetçe olumlu yönde ilerlemeye de devam edecek. Zira…

Zira, terör örgütü liderine hak vermek gibi olmasın ancak, şu dünya konjonktüründe bölünme, terör, iç savaş ve benzeri girişimlerin miadı artık doldu. Zamanın ruhunu görüp ona göre davranmak gerekiyor. Aksi olunca neler olduğunu maalesef tecrübe ettik. Suriye yanı başımızda binlerce insanın acı ve işkence çektiği bir yer oldu, kim ne kazandı? Türkiye yine bu meselenin oldukça acısını çekti, herkes ağır bir yükün altında kaldı, kim ne kazandı?

Öcalan da Abdi de bu realiteyi görmüş olacaklar ki Türkiye ve Suriye’de Kürtlerin kazanımlar elde etmesi açısından Kürtlerin meşru, siyasi ve birlik zemininde hak arayışını tercih ettiler.

Suriye’de Şara ve Abdi’nin anlaşmasına sıcak bakmayanlar olduğu gibi Türkiye’de de çözüm sürecine karşı olanlar var. Bu kesimlere göre Suriye’de Şara rejimiyle birlikte hareket etmek Kürtlerin kazanımları açısından doğru değil. Ya da Türkiye’de çözüm devam eder ve bu mesele çözülür, Kürtlere anayasal haklar verilirse ülke bölünür…

Daha önce de sık sık bu köşede yazdığım gibi Türkiye’deki çözümün aktörleri herhangi bir ayrılmadan, ayrı bayraktan, ayrı devletten bahsetmiyor. Aynı zamanda Suriye’de Şara rejimi ile SDG ortak hareket etmese, zaten Esed rejiminin üzerlerine yıktığı bir enkaz varken, bir de birbirlerine karşı mücadeleye girecekler ve bu Suriye için huzurun değil yıkımın sebebi olacak, buna gerek var mı? Suriye’de henüz taşlar yerine oturmamışken, bir yönetim kurulmuş olsa da maalesef gördüğümüz kadarıyla halen irili ufaklı silahlı gruplar katliamlar yapabiliyorken, böyle bir ortamda birbirlerine karşı mücadele ederek mi yoksa birlikte hareket ederek mi daha çabuk normalleşir ve daha çabuk bu tip katliamların önüne geçilir?

Ayrıca geçtiğimiz on yıllar boyunca kullanılan konvansiyonel yöntemlerin hayırlı bir sonuç vermediğini gördük, aynı şeyi deneyip farklı sonuç almak mümkün değilken artık farklı yöntemler mi denense?

Farkındaysanız, sadece Türkiye değil bölgedeki Kürt meselesi konusunda müdahaleci dış unsurlar nedeniyle de çözülecek problemler düğüm haline geldi. Şimdi çok net olmayan bir fırsat mevcut, kelimenin tam anlamıyla “berbat bir başkan” figürü olan Trump’ın ABD’sinin bölgede asli müdahale unsuru olmaması, “sorunlarınızı kendiniz çözün” vurgusu, bu meselenin olması gerektiği gibi yerel unsurlar tarafından çözülebilmesine imkan tanıyor. Bu fırsat kaçar mı? Ayrıca, uluslararası ilişkilerde realizmin “meşru muhatap olarak devleti kabul etmesi, devlet dışı unsurları geri planda bırakması” gibi gelişmeler de Kürt meselesinde “doğru” ya da “yanlış” olsun uzun yıllardır bir şekilde çözüm arayan tecrübeli aktörler tarafından görülüyordur. Şu durumda, zamanın ruhunu doğru okuyup, doğru pozisyon alma imkanı varken zamanı geri sarıp hep o geçmişteki acılar içerisinde kalıp kin gütmenin ya da yenilmişlik hissine kapılmanın bir gereği var mı?

Hem Suriye hem de Türkiye’de şiddetten beslendiği için çözüme karşı olanlar değil, ancak bu meselenin merkezinde olduğu ve canı gerçekten yandığı için çözüme karşı olmasa da  sürece dair “yenildik, boşuna mı çekildi bunca acı” diye sitem edenler var ve bu anlaşılır bir durum. Sanırım onlara samimiyetle söylenmesi gereken de hiçbir acının boşuna çekilmediği ve barışın kaybedeninin olmadığıdır.