11 Eylül 2001 sabahı ABD halkı gözünü kanlı saldırılarla açmıştı. Sabah saatlerinde hava korsanları tarafından kaçırılan bir uçak Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarptı. 20 dakika sonra, başka bir uçak güney kuleyi hedef aldı. Bu sırada, okul ziyaretinde olan Başkan George W. Bush’a saldırılar fısıldanırken, üçüncü uçak Pentagon’a yöneldi ve ABD Savunma Bakanlığı’na çarptı... Dördüncü uçak ise yolcuların müdahalesi sonucu Pensilvanya’da açık bir alana düşmüştü. Hava korsanları, kaçırdığı uçakları, füze gibi kullanılarak sembolleşmiş binalara çarptırıyordu.

Yapılan saldırıların belli periyotlarla gerçekleşmesi, bu saldırıların organize olduğunu gösteriyordu. Kaçırılan uçaklardaki 256 yolcu ve mürettebatların tamamı hayatını kaybetti. İkiz kulelerde bulunan yaklaşık 2.600 insan ve Pentagon’daki 250 kişi saldırılar sırasında yaşamını yitirdi. Koordineli şekilde yaşanan 4 saldırıda yaklaşık 3 bin insan hayatını kaybetti.  Bu saldırılar o dönemin travmalarından biri olarak hafızalarda yerini aldı.

Saldırılarda toplam 19 hava korsanı yer aldı. Bunlardan büyük bir kısmı Suudi Arabistan vatandaşı olmasına rağmen uzun süredir ABD’de yaşıyorlardı ve burada kaldıkları süreçte ABD ’de bulunan havacılık okullarında eğitimler almışlardı. FBI ve CIA’nin yaptığı detaylı araştırmalar sonucu saldırganların Afganistan destekli El-Kaide üyeleri olduğu tespit edildi.

Saldırılardan birkaç hafta sonra yayınlanan videolarda El-Kaide lideri Usame Bin Ladin, saldırıları planlayan korsanları bizzat kendisi yönlendirdiğini ifade ediyordu. Bu durum karşısında ABD diplomasisi açıkça Usame Bin Ladin’i bu saldırılardan sorumlu tuttu ve Afganistan’daki Taliban yönetime kendisinin iadesi için Ültimatom gönderdi.  Taliban’ın Bin Ladin’i teslim etmemesi, ABD’nin hedefini, saldırıların arkasındaki El-Kaide ve lideri Usame Bin Ladin’e çevirmesine neden oldu. Bu bağlamda ABD, Afganistan’a askeri müdahalede bulunmayı seçti. ABD’nin Afganistan’a askeri müdahalesi ise 20 yıl sürecek bir savaşın başlamasına neden oldu…

Taliban yönetiminin son bulması amacıyla başlatılan bu müdahale NATO liderliğinde havadan ve karadan devam ediyordu. Taliban yönetimi zayıflayınca Kabil’e kadar uzanan ABD ve müttefikleri ilerleyen süreçte Taliban’ı devirecekti…

Taliban rejiminin çökmesinin ardından, Afganistan’da ABD öncülüğünde bir geçiş hükümeti kuruldu. Ancak, yeni yönetim, ülkedeki tüm bölgelerde egemenlik kurmakta zorluk yaşadı. Afganistan’ın kırsal bölgelerinde de Taliban rüzgârı henüz dinmemişti. Kalan El-Kaide üyeleri de ülkenin dağlık alanlarına kaçmış, tespit edilmeden yıllarca gizlenmişti. ABD, Bin Ladin’i ve diğer terörist liderleri yakalama çabalarına devam etti, ancak bu çabalar başarılı olamadı ve Bin Ladin’in izini sürmek yıllar aldı.

1979 yılında Sovyetlerin, Afganistan’a müdahalesi ile başlayan ve durdurak bilmeyen Afganistan’daki insani krizler, 1990larda Taliban’ın yükselişi ile zirveye tırmandı.2001 yılında da ABD’nin askeri müdahalesi ile devam eden süreçte başta kadınlar olmak üzere birçok insan hak ihlaline uğradı. Halihazırda süregelen bu politik istikrarsızlık bölgede epey bir çalkantılı geçmişti. Zaten ekonomik olarak yeterli kaynağa erişemeyen halk arasında baş gösteren açlık ve yoksulluk halihazırda iç savaşa sürüklenen Afganistan halkını için epey bir zorluyordu.

ABD’nin küresel ölçekte başlattığı bu müdahale dünya genelinde de vuku buldu. Dünya genelinde güvenlik önlemleri üst düzeye yükseldi. Uluslararası güvenliği sağlamak adına alınan bu önlemler temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı politikaları beraberinde getirdi. Birçok ülke, ABD'nin terörle mücadele stratejilerini örnek alarak kendi iç hukuklarında ağır güvenlik önlemleri aldı. Bu önlemler, bireysel özgürlükler ve mahremiyet hakları gibi temel insan haklarını ihlal etmeye başladı.

11 Eylül saldırıları ardından ABD kongresince güvenlik önlemlerini arttırmayı hedefleyen ABD Patriot Act Yasası kabul edilmiştir. Bu yasa ile hükümet şüpheli gördüğü kişilerin banka ve finansal hesaplarını kontrol edebilir; dernek vakıf vb. alanlara gelen fon akışını denetleyebilirdi. Ayrıca terör şüphesine yönelik tutuklamalar yapabilirdi. En can alıcı nokta ise yabancılara yönelik tutuklamaların adil yargılanma hakkını ihlal edip etmeyeceğiydi. Bu yasa bireylerin özel hayatı üzerinden hükümete tanıdığı geniş denetleme yetkisinden ötürü çokça eleştirilmiştir.

Tanınmış bir hukukçu olan Marjorie Cohn (San Diego Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörü ve insan hakları savunucusu) Patriot Act hakkında şu şekilde bir yorumda bulunmuştu:

"Patriot Act, terörle mücadele gerekçesiyle birçok temel özgürlüğü ihlal ediyor. Bu yasa, hükümete geniş bir izleme yetkisi vererek, mahremiyet hakkını ciddi şekilde zorluyor ve şüpheli kişilerin adil yargılanma haklarını ihlal etmesine yol açabiliyor. Özellikle, terör şüphesiyle tutuklanan kişilerin uzun süre savunmasız kalmaları, hukuk devletinin temel ilkeleriyle çelişiyor. Bu yasaların, güvenlik tehditlerine karşı alınması gereken önlemler olarak sunulması, özgürlüklerimizin korunmasına ilişkin ciddi bir sorunu gözden kaçırıyor."

ABD, 11 Eylül sonrası terörizme karşı uluslararası iş birliğine önem atfetmiştir. Bu süreçte birçok ülke ABD ile istihbarat paylamayı kabul etmiştir.  AB de bu politikaları takip ederek teröristlerin izlenmesini kolaylaştıracak yasal düzenlemeler yaptı. Birçok Avrupa ülkesi ABD ile veri paylaşmayı kabul etmiş böylelikle ulusalüstü koruma mekanizmaları sağlanmaya çalışırken güvenliğe yönelik politikaların özgürlüğe gölge düşürüp düşürmediği tartışmaları tekrar gündeme gelmiştir.

11 Eylül sonrası, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, küresel terörizme karşı güvenlik önlemlerini artırmaya yönelik bir dizi karar aldı. Özellikle BM Güvenlik Konseyi'nin 1373 sayılı kararı, devletlere terörizmin finansmanını engelleme, terörle mücadeleye yönelik daha güçlü iş birliği sağlama ve teröristlerin hareketlerini izleme yükümlülüğü getirdi. Fakat burada yeni tartışmalar alevlenmekte: Masumiyet Karinesi …

Dijitalleşmenin böylesi arttığı bir çağda 11 Eylül sonrası alınan güvenlik önlemlerinin etkileri hala tartışılmaktadır.  Özellikle dijital medyada sosyal medya hesaplarının izlenmesi, kişisel verilerin toplanması dönem dönem gizlilik haklarını ihlal edebilmektedir. COVID-19 pandemisi ile, devletler sağlık ve güvenlik gerekçesiyle izleme teknolojilerini ve dijital denetimleri arttırmış, bu da bireysel özgürlüklerin daha da kısıtlanmasına yol açmıştır. Bu süreçte özgürlük ve güvenlik dengesinin çatışması tekrar gündeme gelmiştir. Sonuç olarak, özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi sağlamak, özellikle küresel krizler ve dijital çağda her zamankinden daha karmaşık bir hale gelmiştir.