Öcalan’ın 27 Şubat’taki tarihi çağrısından itibaren son iki haftadır Kürt sorunuyla ilgili gelişmelerde bir artış gözleniyor. Sadece Türkiye’de değil Suriye’de de.

Malûm, Kürdistan coğrafyası Batı Asya’daki dört ülke (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) arasında bölünmüş durumda. Dolayısıyla, bu ülkelerdeki gelişmeler karşılıklı olarak birbirlerini etkilemekte.

Suriye’de son durum

Öcalan’ın çağrısından beri Türkiye’de en çok tartışılan hususlardan birisi çağrının Suriye’deki SDG/YPG’yi de kapsayıp kapsamadığı oldu. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere, çağrının SDG’yi kapsamadığı açıktı. Bunu SDG liderleri de belirtmişti. Ancak Türk tarafı, örneğin Bahçeli, kapsadığı konusunda ısrarcıydı.

Ne var ki bu tartışma 10 Mart tarihli bir gelişme ile son buldu. Suriye Geçici Hükümeti başkanı  Ahmed eş-Şara ile Suriye Demokratik Güçleri lideri Mazlum Abdi SDG’nin Suriye devletine entegrasyonuna dair bir anlaşma imzaladı. Bu şekilde “Öcalan istedi ve silah bırakıldı” gibi olmasa da son tahlilde SDG’nin kurumsal olarak ortadan kalkmasında anlaşıldı.

Öyle anlaşılıyor ki anlaşmanın imazalanmasında birincil faktör ABD’nin telkin ve/ya baskısı oldu. Söz konusu anlaşma Mazlum Abdi’nin ABD’nin bölge komutanı General Michael Kurilla ile görüşmesinden sonra gerçekleşti. Görüşmede komutanın Abdi’ye Trump yönetiminin ABD askerini bölgeden çekmek istediğini, bu sebeple kendilerine daha fazla koruma sağlayamacağını, o yüzden de merkezi Suriye yönetimiyle anlaşmalarını söylediğini tahmin etmek zor değil.

Bu şekilde, bazı çevrelerde dillendirildiği ve talep edildiği gibi İsrail’in korumasında de facto bağımsız bir Kürt devleti kurulmadı (ki bu yapılmaya çalışılsa büyük ihtimalle Türkiye bir askeri müdahalede bulunacaktı). Ancak gene de Suriyeli Kürtler anlaşmadan epey memnun gözüküyor. Aynı şekilde DEM Parti de anlaşmayı oldukça olumlu karşıladı. Suriyeli Kürtler hem savaş sona erdiği ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun tacizlerinden kurtuldukları için hem de birçok kazanım elde ettikleri için mutlular.

Tabii, şu aşamada kazanımların tam olarak ne olduğu biraz belirsiz. Kürt kimliği Suriye devletinin asli bir unsuru olarak yeni anayasada tanınacak, bu oldukça açık. Aynı şekilde savaş esnasında yerinden edilen Kürtler de topraklarına geri dönebilecek. Ancak, Suriye Kürdistan’ında özerk bir yönetim olacak mı veya YPG Yeni Suriye Ordusu’na bir bütün olarak mı yoksa dağıtılarak mı entegre edilecek gibi sorunların cevapları şu aşamada belirsiz.

Bununla beraber, Türkiye’deki ulusalcılar ve (MHP haricindeki) milliyetçiler durumdan oldukça hoşnutsuz ve endişeli görünüyor. “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında Türkiye’nin dibinde Kürdistan’ın Irak’tan sonraki ikinci ayağının kurulduğunu ve siyasi iktidarın buna sessiz kaldığını söylüyorlar. Siyasi iktidar kanadında gerçekten de bir sessizlik hakim. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’deki gelişmeleri genel olarak olumlu bulduğunu belirtse de konunun üzerinde çok da durmadı.

Türkiye’de son durum

Öte yandan, Suriye gibi Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne dair süreçte de birçok belirsizlik halen devam etmekte.

Önceki yazılarımda defalarca belirttiğim gibi, siyasi iktidar sırf Öcalan istedi diye PKK’nın silah bıraktığı gibi bir anlatıya toplumu inandırmaya çalışıyor. Hatta Devlet Bahçeli son yaptığı ve Öcalan’dan “PKK’nın kurucu lideri” olarak bahsettiği yazılı açıklamasında Binali Yıldırım gibi siyasetçilerin vatandaşlık tanımının değişebileceğine dair sinyal vermesini eleştirdi ve Türk vatandaşlığı tanımının tartışmaya açılamayacağını ve melezleşmiş bir millet yapısının dikte edilemeyeceğini belirtti. Diğer bir deyişle, silah bırakma karşılığında hiçbir anayasal değişiklik yapılmayacağını söylemiş oldu.

Ancak, PKK’nın sırf Öcalan istedi diye silah bıraktığı anlatısının akıl ve mantıkla bağdaşır bir yanı yok. Ya Kürt hareketi kandırılmakta ya da Kürt hareketine verilen sözler kamuoyunda tepki görmemek adına gizlenmekte. İkincisinin olması çok daha yüksek bir ihtimal. Öcalan’ın çağrısında “silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” sözleri de bu durumun açık bir göstergesi.

Nitekim zaten Çarşamba günü MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir “Bu ülke Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Laz, Çerkesiye hepimizin. Anayasa, hepimizin anayasası olmalı, herkesi kapsamalı” dedi. Özdemir’in sözleri aslında Bahçeli’nin açıklamasıyla açıkça çelişmekte. Özdemir, en başa “Kürt” ifadesini de koyarak, tam da Bahçeli’nin eleştirdiği vatandaşlık tanımının değişebileceğinin ve millet yapısının melezleşebileceğinin sinyalini vermekte.

Burada Türk tarafı ve onu temsilen MHP tarafından nasıl bir strateji izlendiği bana açık görünüyor. Bir tür “iyi polis-kötü polis” oyunu oynanmakta. Konjonktürel olarak bir yandan toplumdaki milliyetçi hassasiyetleri yatıştıcı açıklamalar yapılırken diğer yandan Kürt hareketine “merak etmeyin (gizli) sözlerimizin arkasındayız” mesajı veriliyor. İlerleyen dönemde bir anayasa değişikliği ile vatandaşlık tanımının değişmesi, Kürtlüğün anayasaya girmesi ve anadilde eğitim yolunun açılması bana epey olası geliyor.

Ancak, benim asıl merak ettiğim durum, yeni çözüm sürecinin Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilebilmesine tam olarak hangi noktada eklemleneceği.

Bekleyip göreceğiz.