Türkiye siyasetinde son bir haftadır ülkenin geleceğini etkileyecek büyük gelişmeler yaşanıyor.
Haftanın başında önce CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın gözaltına alındı. Ardından, İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek’le ilgili sözleri nedeniyle Ekrem İmamoğlu hakkında jet hızıyla bir soruşturma açıldı. Son olarak ise Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ önce gözaltına alındı sonrasında ise tutuklandı.
Türkiye’nin siyasi savcıları
Tüm bu soruşturma, gözaltı ve tutuklamaların arkasında tek bir kişi olduğu anlaşılıyor: İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek. Kendisinin hukuk ve adalet ilkelerini hiçe sayarak doğrudan siyasal iktidarın istek ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiğini ortalama zekaya sahip ve partizanlıktan gözüne perde inmemiş her insan kolayca görebilir.
Ancak, bu andığım olaylar aynı hafta içerisinde olmakla ve arkalarında aynı savcı bulunmakla beraber aslında aynı sürecin parçası değiller. CHP’li isimlere açılan soruşturma ve tutuklamalar daha çok siyasi iktidarın şu aşamada kendisine en büyük “tehlike” olarak gördüğü İmamoğlu’nu yıpratma ve itibarsızlaştırma planının bir parçası. Bu doğrultuda, siyasi iktidarın emrinde hareket etmekte herhangi bir sakınca görmeyen bir savcı sürekli birilerine soruşturma açmakta, gözaltına almakta ve belli ki gene aynı zihniyetteki hakimler de tutuklamaları yapmakta.
Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, aslında her dönemde bu tür siyasi motivasyonla hareket eden savcılara rastlamak mümkün. 1990’larda Vural Savaş, 2000’lerde Zekeriya Öz ne ise Akın Gürlek de bugün o.
Neden Ümit Özdağ?
Ümit Özdağ’a açılan soruşturma ve tutuklamanın hedefi ise İmamoğlu ve çevresindekilerden farklı. Aslında Ümit Özdağ da son dönemde İmamoğlu’na açılan soruşturma ve davaları eleştirmekteydi ama kendisinin tutuklanmasındaki asıl motivasyon bu değil. Asıl motivasyon yeni başlayan çözüm sürecinde toplumun milliyetçi kesimini bu sürece karşı seferber etme potansiyeli.
2010’lardaki çözüm sürecinden kendince dersler çıkardığı anlaşılan Erdoğan, ülkede artık eski asgari demokratik ortamın kalmamış olmasına da güvenerek, bu defaki çözüm sürecini neredeyse tamamen kapalı kapılar ardında yürütüyor.
Malûm, Türkiye toplumu oldukça güçlü milliyetçi reflekslere sahip. Öcalan ve PKK ile yürüyecek bir çözüm sürecini kabul etmez ve tepkisini de ilk fırsatta sandıkta gösterir. Nitekim, 7 Haziran 2015’teki genel seçimde tam da böyle olmuştu. Yürümekte olan çözüm sürecine tepkili seçmen AKP’den uzaklaşmış ve bu sebeple AKP meclis çoğunluğunu kaybetmişti.
Bunu çok iyi bilen Erdoğan bu defa çok daha kapalı bir süreç yürütüyor. Bir müzakere sürecinin yürüdüğünü herkes biliyor ancak müzakerenin içeriğinden aktörleri dışında kimsenin haberi yok.
Geçmiş yazılarımda belirttiğim gibi, burada belli ki önce müzakereleri kapalı kapılar ardında yürütüp belli kararların alınması, sonrasında bunların zamana yayılarak uygulamaya geçirilmesi ve medya propagandasıyla da halka benimsetilmesi gibi bir strateji izlenecek.
Böylece “iktidar terör örgütüyle müzakere yaptı ve ödünler verdi” gibi bir hava oluşmayacak ve bu da Cumhur İttifakı’na milliyetçi kesimin desteğinin azalmasını engelleyecek.
Ancak, bu plandaki en sıkıntılı nokta muhalif milliyetçi parti ve liderler. Özellikle Ümit Özdağ ve Zafer Partisi, süreci baltalamaya çalışacağını açıkça ilan ederek bu plan önünde siyasi iktidar açısından büyük bir engel.
İşte, siyasi iktidar bu noktada yargı üzerindeki gücünü kullanarak Ümit Özdağ’ı gözaltına aldırıp tutuklattı. Bu şekilde, diğer muhalif milliyetçi liderlere de “sürece karşı sert tepki gösterirseniz sizin de sonunuz böyle olabilir” mesajı vermiş oldu ve kendince sürece yapılacak muhalefeti ehlileştirdi.
Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına meşru kılıflar bulmak da zor olmadı çünkü Zafer Partisi sert göçmen karşıtlığıyla bilinen ve gerçekten de Türk olmayan etnik gruplara karşı ayrımcı ve aşağılayıcı nefret söylemine başvurabilen bir parti. Ne var ki, Ümit Özdağ’ın tutuklanmasının ana nedeni elbette bunlar değil.
Tutuklamanın zamanlaması da önemli. Siyasi iktidarın PKK ile belli konularda uzlaştığı ve Öcalan’ın Şubat ayı içerisinde PKK’ya “silah bırak” çağrısı yapacağına dair kulis bilgileri var. Bu durumun seçmen nezdinde yaratacağı potansiyel tepkiden çekinildiği için Ümit Özdağ’ın şimdiden tutuklanmak istenmiş olması akla yatkın.
Buradan çıkarılacak ders
Ümit Özdağ’ın tutuklanmasında başta Zafer Partililer olmak üzere muhalefetin tüm kesimleri açısından çıkarılacak dersler var.
Zafer Partililer kendileri milliyetçi ve devletçi oldukları için devletin kendilerine buna uygun davranacağını, örneğin Kürt siyasal hareketi gibi “bölücü devlet düşmanları”na yaptığı türden baskıların kendilerini yapılmayacağını sanmaktaydı. Bu yanlış algı, aşkın bir devlet aklına duyulan güvenden kaynaklanıyordu.
Halbuki bu bakış açısında atlanan nokta, devleti de son tahlilde birilerinin yönettiği. Hukuk devletinin ortadan kalktığı ve siyasi iktidarın alabildiğine keyfileştiği bir siyasal rejimde güç dengelerine göre her an herkes iktidarın düşmanı olabilir. Nitekim dün iktidarın düşmanı Kürt siyasal hareket iken bugün Türkçü Zafer Partisi. Yarın da başka bir siyasi parti ve lider olabilir.
Dolayısıyla, burada idrak edilmesi gereken husus, hukuk devletinin olmadığı, yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı ve siyasi iktidarın keyfileştiği bir siyasal rejimde, dünya görüşü fark etmeksizin herkesin temel hak ve hürriyetlerinin tehlikede olduğu, sadece sözde “devlet düşmanları”nın değil.
Bu sebeple, muhalefetin farklı kesimleri artık dar siyasal ayrılıklarını bir yana bırakıp asgari demokrasi ve temel hak ve hürriyetler temelinde birleşebilmeli. Yoksa, Türkiye’nin Rusya olmasına maalesef ki çok az bir yol kaldı.