1 Ekim 2024’te Bahçeli’nin TBMM açılışında DEM Partililerle el sıkışması ile başlayan ve 22 Ekim’de gene Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrıyla resmileşen yeni çözüm süreci tüm hızıyla devam ediyor.
Bu yazımı da yeni çözüm süreci üzerine yazmaya karar verdikten sonra Bahçeli’nin çıkışı sonrası kaleme aldığım 29 Ekim ve 7 Kasım tarihli yazılarımı tekrar okudum ve henüz Trump seçilmeden ve Esad düşmeden önce yazılmış bu yazılardaki tespitlerimin halen geçerli olduğunu fark ettim.[i]
Ancak, o günden bugüne süreçteki bazı konularda netleşmeler oldu ve bence iktidarın Kürt planı artık ana hatlarıyla ortaya çıktı. Bu yazıda, elimizdeki mevcut yeni bilgiler ışığında bir siyasi analiz yaparak kamuoyunun merak ettiği üç soruya yanıt vereceğim.
PKK kazanımsız silah bırakır mı?
Bu sorunun cevabını aslında geçen haftaki yazımda[ii] da dile getirdim. Siyasi iktidar kamuoyunu “Öcalan PKK’ya ‘silah bırak’ çağrısı yapacak ve PKK koşulsuz şartsız silah bırakacak” imiş gibi bir anlatıya inandırmak istiyor.
Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamalarıyla zaten gerçekçi olmayan bu anlatı iyice absürt bir hale geldi. Erdoğan “Ev hapsi diye bir şey yok. Adamın kendisi de çıkmak istemiyor. Bunlar nereden çıkıyor? Bebek katiline af yok” şeklinde bir açıklama yaptı.
Yani söylenen şu: Öcalan hiçbir şekilde hapisten çıkmayacak, kimseye af getirilmeyecek, PKK’ya hiçbir konuda taviz verilmeyecek ama Öcalan çağrı yaptı diye PKK silah bırakacak.
Böyle bir şeyin olması mümkün mü? Bu artık toplumun zekasına hakaret noktasında bir anlatı.
Gerçek ise şu: Aslında Öcalan’ın serbest kalması, PKK militanlarına af, anadilde eğitim, vatandaşlık tanımının değişmesi, kuzey Suriye’deki özerk Kürt bölgesinin kabullenilmesi gibi birçok konuda müzakereler sürüyor. PKK’nın silah bırakması karşılığında siyasi iktidar da mutlaka bu konuların bazılarında ödünler verecek. Ancak, belli ki bu ödünler “iktidar terör örgütüne taviz veriyor” gibi algılanmaması için bilinçli olarak kamuoyuna açıklanmıyor. Eğer olur da PKK silah bıraktırılabilirse, PKK’ya verilen ödünler zamana yayılarak Cumhur İttifakı’nın kendi politikalarıymış gibi kamuoyuna yansıtılacak. En başta, öngörülen yeni anayasada Kürtlerin taleplerine dair de değişiklikler olacak ancak Cumhur İttifakı bu değişiklikleri toplumun sorunlarını çözmek için kendi isteğiyle yapıyormuş gibi davranacak. Böylece “iktidar terör örgütüne taviz veriyor” gibi bir hava da oluşmayacak.
Erdoğan ve Bahçeli arasında çatlak mı var?
Hatırlanırsa, Bahçeli malûm Öcalan çıkışını ilk yaptığında, bazı siyasetçi ve gazeteciler Erdoğan ve Bahçeli arasında çözüm süreci konusunda ciddi bir görüş ayrılığı olduğunu, hatta Bahçeli’nin bu çıkışı Erdoğan’dan habersiz yaptığını iddia etmişlerdi. Aynı dönemde bazı DEM Partili belediyelere kayyum atanmasını da bunun bir işareti olarak değerlendirmişlerdi.
Ben o dönemde de Erdoğan’la Bahçeli arasında bu konuda asgari bir mutabakat olmaksızın Bahçeli’nin böyle bir açıklama yapamayacağını, iki lider arasında en fazlasından yöntem konusunda bir görüş ayrılığı olabileceğini belirtmiştim. Bunun böyle olduğu bugün daha net ortaya çıktı.
Gerçekten de bakıldığında, bir yandan Bahçeli ve MHP kendisinden hiçbir koşulda beklenmeyecek biçimde bir “barış” söylemi kullanarak Öcalan’ın serbest kalmasından ve hatta DEM Parti grubunda konuşmasından bahsederken, diğer yandan Erdoğan bu tür sözleri hiçbir şekilde ağzına almamakta ve süreçle mesafesini korumakta. Aynı doğrultuda, DEM Partili belediyelere kayyum atamaları da sürmekte ve Dışişler Bakanı Hakan Fidan da Suriye’de YPG’nin tamamen silah bırakması gerektiğini her fırsatta yinelemekte.
Görünen o ki, burada ya yöntem konusunda bir görüş ayrılığı söz konusu, ki Sırrı Süreyya Önder de devlet içerisinde iki ayrı görüş olduğunu ve sürecin biraz da bu yüzden yavaş yürüdüğünü söylemişti, ya da iki lider danışıklı bir şekilde “iyi polis” ve “kötü polis”i oynamakta.
Görüş ayrılığı olması kadar bir iyi polis-kötü polis oyunu da burada akla yatkın bir ihtimal çünkü bu şekilde olur da süreç akamete uğrarsa Erdoğan bu işten kendisini sıyırabilir ve Cumhur İttifakı tabanında oluşacak tepkiden mümkün olduğunca etkilenmez. Burada “iyi polis” rolünün MHP’ye verilmesi de şaşırtıcı değil çünkü süreç istendiği gibi gitmese bile Bahçeli ve MHP’nin sonradan “vatan hainliği” gibi ithamlara maruz kalması çok daha zor. Ayrıca, bu “iyi polis-kötü polis” stratejisi PKK’ya “anlaşırsak barış olabilir ama anlaşamazsak öbür frekansa da geçebiliriz” biçiminde bir “havuç-sopa” mesajı da içermekte.
DEM Parti Erdoğan’ın yeniden seçilmesine destek olur mu?
Bahçeli’nin Öcalan çıkışından sonraki ilk yazımda bu sürecin arkasındaki temel motivasyonun bölgesel jeopolitik gelişmelere karşı ön almak olduğunu ancak sürecin bir noktada içerideki siyasi gelişmelere bağlanmasının oldukça muhtemel olduğunu belirtmiştim. Nitekim bu öngörüm de süreç içerisinde doğrulandı.
Yeni çözüm süreci ile ilişkili olarak medyada “DEM Parti Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi için meclisin erken seçim kararı almasına destek verir mi” sorusu üzerinden tartışmalar yapıldığını görüyorum. Halbuki, bence Erdoğan’ın kafasında böyle bir pazarlık içerisine girmek zaten en baştan yok. Erdoğan’ın muhtemel planı, yapılması öngörülen yeni anayasaya anadilde eğitim ya da vatandaşlık tanımı gibi Kürtlerin taleplerine dair değişiklikler de koyarak DEM Parti’nin desteğini sağlamak. Eğer yeni anayasayı geçirebilirse, “sistem sıfırlandı” diyerek “üçüncü dönem” tartışmasına hiç girmeksizin, sanki birinci dönemiymiş gibi, tekrardan aday olabilecek (hatırlanırsa “sistem sıfırlandı” argümanı Erdoğan’ın 2023’teki adaylığında da kullanılmıştı). Böylece hem Erdoğan’ın minimum iki dönem daha adaylığının önü açılmış hem de DEM Parti doğrudan Erdoğan’ın yeniden adaylığını destekliyormuş gibi bir görüntü oluşmayacak. Yani iki taraf açısından da bir “win-win” durumu.
Ancak, böyle bir senaryodaki handikap, yeni anayasada anadilde eğitim ya da vatandaşlık tanımı gibi konularda Kürtlere tanınacak hakların Cumhur İttifakı’nın kendi seçmeninde ne derece destekleneceği ya da tolere edileceğinin belirsiz olması. Kürtlere belli haklar tanıyan ve bu sebeple Türk kimliğinin homojenliğini aşındıran bir anayasa taslağı Cumhur İttifakı’na olan halk desteğinde önemli bir azalmaya yol açabilir. Biz bunu 7 Haziran 2015’te AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybettiği seçimde gördük. Bu sorunu muhtemelen “PKK’ya silah bıraktırdık, 50 yıllık terör sorununu çözdük” söylemi ile aşmaya çalışacaklardır.
[i] Yazılara bu link’ten erişilebilir: https://www.elipshaber.com/emrah-gulsunar?page=2
[ii] https://www.elipshaber.com/yeni-cozum-sureci-uzerine-notlar