Menajer Ayşe Barım’ın gözaltına alınması ve bazı şarkıcı ve oyuncuların da ifadeye çağrılması sonrası sosyal medyada bir genç tarafından paylaşılan şu ifade dikkat çekiciydi:
“Gezi ne? Bilmiyorum da!”
Bilmemesi çok normal, bugün 20 yaşında olsa Gezi zamanı 8 yaşında falan bir çocuktur. Yani bir anlamda da Gezi üzerinden çok zaman geçmiş, artık bir etkisi olmayan bir eylem ancak menajer ve kendisine bağlı oyuncular nedeniyle yeniden gündemde, 12 yıl sonra…
Toplumsal eylemlerin birçok yönü ve birçok sebebi vardır. Gezi de onlardan biri.
Bilmeyenler için Gezi zamanı Türkiye’de ve dünyada neler oluyordu bir hatırlayalım…
Türkiye’de bugünkü gibi bir yönetim yoktu. Demokratik açılımlar devam ediyordu, dolar sanıyorum 3-4 lira falandı ve ekonomi de gayet iyiydi. Ya düşünün işte; İslamcılar, solcular, liberaller ve hatta demokratik laik kesimler, Kürtler, Aleviler yani Türkiye’de birbirine diş bileyen kesimler birbirlerinin gözlerini oymadan yan yana durabiliyor, konuşabiliyor ve hatta sarılabiliyordu. Ve bunu sağlayan da AK Parti idi…
Ancak daha sonra FETÖ olarak anılacak olan yapı, yargıda etkindi ve keyfi tutuklamalar mevcuttu. Türkiye’nin geçmişte yaşadığı gayrı demokratik uygulamalar “yargılanıyordu” ancak bu davalar sırasında gayrı adil davranılıyordu, masum insanlar suçlu ilan ediliyordu. Evet, Türkiye’de ordu içerisinde darbe ve benzeri uygulamalara tevessül edenler vardı ancak bu yargılamalar gerçek bir adalet sağlamadığı, şaibe oluşturduğu için adalet değil zulüm doğurmuştu.
Gezi dönemi aynı zamanda “Arap Baharı” denilen döneme denk gelmişti. Sn. Erdoğan’ın Arap sokağında oldukça etkili olduğu bir dönemdi. Erdoğan Arapların eylemlerini demokratik bulmuş ve desteklemişti. Ancak aynı zamanda “Şu Araplara bu kadar demokrasi fazla, biz dönüp ‘eski diktatörlerimizi’ destekleyelim” diyen ABD ve AB, Erdoğan’a “seni devirmemiz bir hafta sürer” mesajı vermek istiyordu. O zamanki CNNTürk, Gezi lehine 24 saat yayın yapıyordu, “kırmızı fularlı kız” mizansenleriyle Gezi “barışçıl, doğal, bir halk eylemi” olarak gösterilmeye çalışılıyordu. Elbette şunu belirtmem gerekiyor; eylemlerin böyle bir arka planı olup olmadığını bilmeyenlerin o eylemlere katılmış olması, bugün “Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak maksatlı eyleme katılmak” olarak yorumlanmamalı. Zira Gezi’ye her katılan ülkeyi, iktidarı devirmek istemiyordu bu nedenle de zaten -gençler bilmez- “Gezi’yi ilk üç gün ben de destekledim ama…” açıklaması bir slogan haline gelmişti.
Gezi’nin bir diğer yönü de Türkiye’deki elit kesimin, beyaz Türklerin, laikçilerin, dindar muhafazakar kesime “bidon kafalı, çomar, çarıklı” şeklindeki hem görünür hem de görünmez/bilinç dışı nefretini kusma, “siz kimsiniz ki bizi yöneteceksiniz” psikolojisine dayanıyordu.
Gezi’de ülke yakılıp yıkıldı, Dolmabahçe’ye yüründü, “hükümet birkaç saate yıkılacak” tweetleri atıldı, sadece Taksim’de değil, (bizzat şahit olduğum için yazıyorum) Fatih’te otobüsün camlarını hafifçe yumruklayan ve otobüse ücret ödemek istemeyen “gaza getirilmiş” gençler, şoföre “bizi Taksim’e en yakın yere götüreceksin” direktifinde bulunuyor, Samsun Atakum’da yolda hareket halinde olan araçlara taş atılıyordu.
Yine gençler bilmez, iktidar da ilk etapta eylemlere sert müdahale etmedi; Gezi’nin kendi içerisinden bazı kişilerle diyalog kurulması teklif edildi vs vs.
Eğri oturup doğru mu konuşuyorduk!
Ancak aynı zamanda Kabataş olayı ve “camide içki içildi” olayı gibi gerçek olmayan söylemler devreye sokulmuştu. Polisin eylemcilere karşı orantısız güç kullanımı, eylemcilerin çadırlarını yakma gibi kışkırtma provokasyonları yapıldı. Ve maalesef olaylar sonucunda, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif ve Elif Çermik ile polis komiseri Mustafa Sarı ve polis memuru Ahmet Küçüktağ hayatını kaybetmişti. Bunların da savunulacak bir yanı yok tabi!
Unutmadan… Erdoğan’ın “% 50’yi evde zor tutuyoruz” açıklaması yapması da önemliydi zira eğer bahsettiği kesim sokağa çıkmış olsaydı, Allah korusun, ülkede iç savaş çıkardı. Ve o % 50 de Erdoğan’a yönelik “Yedirmeyiz!” sahip çıkmasını sadece sözle ifade ederek evinde durmakla yetindi, iyi de etti.
Özetle Gezi, doğal bir toplumsal eylem, barışçıl göstericilerden oluşmuyordu ancak bu denli ağır polis şiddetini de hak etmiyordu. Bir yönüyle seçilmiş hükümeti yıkma girişimiydi ancak Gezi’ye her katılan da hükümeti yıkmak amacıyla katılmamıştı. Dahası…
Dahası, üzerinden 12 yıl geçtikten sonra, ülkede ifade özgürlüğü her gün bir başka şekilde kısıtlanırken, iktidar eleştiri kabul etmiyor ve her eleştiri yargı ile mukabele görüyorken, siyasi muhalefete aba altından sopa, yargı yoluyla gösteriliyorken de Gezi’nin iyiliklerini ya da kötülüklerini konuşmanın, Gezi’yi hortlatmanın bir alemi yok. Zira zaten o dönem bu meselenin “yargı” yönü görüldü, bitti, bir daha bir daha açmanın bu ülkeye bir faydası yok, buna ihtiyaç da yok.
Bu ülke toplumu, duygusal bir toplum ve bu duygusal toplumun da kalbi kırık, hem duygusal hem de kırgın olduğu için bu kadar kolay manipüle edilebiliyor. 1960’da iradesi idam edilenin de kalbi kırık, 12 Eylül’de işkence görenin de… FETÖ’nün hiç ettiği davalarda haksız yere mağdur edilen askerin de kalbi kırık, 28 Şubat’ta hakkı yenenin de… FETÖ ile alakası olmasa da KHK mağduru olanın da kalbi kırık, 15 Temmuz’da hayatını kaybedenlerin de kalbi kırık… Alevi’nin, Sünni’nin de kalbi kırık, Kürt’ün ve Türk’ün de kalbi kırık… Gezi’ye katılanın da kalbi kırık, Gezi’ye katılmayanın da kırık. Ve bu ülkenin, bu toplumun ihtiyacı daha fazla kalp kırıklığı değil, yargı yoluyla daha fazla susturulmak değil, yeni kutuplaşmalar değil, zaten oralardan geliniyor, bir hayrını görmedik… bu ülkenin ihtiyacı daha fazla ifade özgürlüğü, daha fazla demokrasi, daha fazla birleşme… Bunu da en iyi iktidar biliyor olmalı zira çok değil 8-10 yıl önce bunu başarmıştı, yine başarması önünde ise ne içeride ne de dışarıda bir engel yok, sadece kendi engellerini kaldırması kafi.
Ez cümle; Gezi’nin her yönüyle değil sadece bir yönüyle, meşruluğunu seçilmişlikten alan iktidarı değiştirme amacı, iktidarın eski defterleri açıp kendisine muhalefet edenleri yargı yoluyla sindirmesini meşrulaştırmıyor.
Belirtmeye gerek yok belki ve belirtmek de biraz “ben”i öne çıkartma ayıbı oluyor ama yine de belirtmek isterim ki, bunları da Gezi’de, Gezi’yi eleştirdiği için Gezi destekçilerince “Yargılanacaksın!” diye linç edilen, küfür ve tehditlere muhatap olan, Gezi’den 8-10 yıl sonra bile aynı “Yargılanacaksın!” nefretine muhatap olan ve Kabataş Olayı ile ilgili “görüntüleri izledim, gördüm” demediği halde 12 yıl sonra bile “Kabataş yalancısı” iftirasının muhatabı olan biri olarak yazıyorum.