"Duysan da görsen de sakın inanma!" derler ya hani!...
Sanırım o sınırı aştık sonra da biraz garipleştirdik.
Duyunca da görünce de inanıyor ama dikkate almıyoruz artık.
S400 alımı için sınır anlaşmazlıklarımızı gündeme getiriyor, NATO’yu desteğe çağırarak Esad’ın "kimyasal silahlarının hedefi" olabileceğimiz savunmasını yapıyoruz.
NATO müttefikleri Amerikan yapımı Patriot bataryalarını, bizi korumak için bizim rızamızla yıllarca ülkemize konuşlandırıyorlar.
Bizler de orada görev yapan yabancı askerlerin maaşlarını cebimizden veriyoruz.
"Olsun canım! Nasıl olsa artık güvendeyiz!" deyiveriyoruz.
Sonra bir gün bir şey oluyor.
Banka hesapları falan diye tehditler gündeme geliyor.
Aaaa, bir bakmışız Trump-Rahip-Ekonomi Savaşı üçlemesinin tam ortasında kalmışız.
Büyük bir hengame ile dolarları yaktıktan sonra Türklüğün o şanlı gururuyla “Sen kimsin la!..” çekip soluğu karşı mahallede alarak hemen S400’leri sıfır bir araba gibi çekiyoruz kapıya...
Ama bize pahalı gelmiş olacak ki kontağı bir türlü çalıştırmıyoruz.
Sorulan sorulara da “Biz onu kullanmak için almadık!..” diyerek duyduğumuz ve gördüğümüzü reddeden aşamaya ulaşıyoruz.
Yok, bu durum sadece S400 meselesi için değil tabii ki de?...
Amma yaptınız ha!..
Olur mu öyle şey hiç?...
Bizde malzeme biter mi?
"Çin Modeli"ydi, "Nas"tı, hicazdı derken artık maaş ve zam soruları karşısında “Ben o işi Mehmet Bey’e devrettim.” aşamasına geliyoruz.
Mehmet Bey rüştünü dünyada ispatlamış.
Kamu maliyesini, bankacılık sistemini ve reel kârı iyi biliyor.
Batılıların güzel paralar olmadan pijamasını çıkarmayacağı gerçeğine de hâkim olan İngiliz vatandaşı Bakanımız, takım elbise ile pijama arasında bir formül olan ropdöşambır da anlaşıyor.
İstediğimiz olmadı ama onları da dize getirdik.
"Artık bu iş bizim için bambaşka bir senaryoya varıyor!.." diyor ve gelecek 100 yılı için büyük vaatlerle planladığımız 2023 hedeflerini kopyalayıp çat diye 2053’e yapıştırıyoruz.
"Hee bu da olmaz!.." demeden önce söyleyeyim hemen:
Çetecilik, mafyacılık düzenin olmadığı iddiaları ile geçen yılları bir kenara bırakırsak bakanlık devir teslimindeki o 10 günde gavurlar kurmuşlar çeteleri hemencecik!...
Garibim Ali de ne yapsın!..
Vuruyor tırpanı arsız yaban otlarına tabii ki de!?..
MASAK’ın raporlarıyla kara paraya aracı olanlara korku salınırken MİT raporlarıyla da yargıdaki usulsüzlük masaya yatırılıyor.
Bu kadar hengamenin ve güç dengesinin içinde bir yerde doğruya ulaşma arzusu var gibi geliyor ama hangi kafanın bu düşüncede olduğuna artık görsek de inanır mıyız, orasını bilemiyorum doğrusu!...
Bu kadar karmaşık düzende ekonomi okuyucularının beklentilerine karşı “Ne anlatıyorsun sen kardeşim?” sorusunu hak görerek geliyorum esas meseleye...
23 Kasım Perşembe günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplanacak.
Bu toplantı çok önemli zira hedef enflasyona göre maaş zammı yapılacağı açıklamaları faiz kararının da bu hedef enflasyona göre verileceği düşüncesini doğuruyor.
FED’in pozitif faiz vermeden enflasyonu dizginleyebildiği raporlarını hafta boyunca okuyunca bizim yerli ve milli Merkez Bankamızın aylar öncesinden bunun sinyalini verdiğini anlamak hiç de zor değil doğrusu...
O nedenle PPK toplantısından çıkacak faiz kararı hedef enflasyona göre muhtemelen son ve büyük bir artış olacak...
Serbest piyasa yüzde 42’de yıllık faizi sabitledi.
Şu an halihazırda politika faizi ise 35 baz puan ile hızla piyasa faizine yakınsıyor.
Son enflasyon raporunda 2023 için yüzde beklenti 65'e revize edilirken 2024 sonu itibarıyla enflasyon beklentisinin yüzde 35 olacağı açıklandı.
Enflasyon hedefi de göz önünde bulundurulunca yapılacak 500 baz puanlık artış ile politika faizinin 40 bandına gelmesi üç aylık sürede enflasyonu yine tetikleyebilir.
Çünkü 2024 ortalama enflasyon beklentileri karşılık bulamayarak faiz ve maaş politikası yaklaşımı üzerinden hesaplama ve pozisyon alma politikası reel faiz beklentilerine yenik düşebilir ve yabancı yatırımcının kolay para arzusu yatırım iştahını azaltabilir.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, CDS’in son iki buçuk yılda en düşük seviyeye geldiği vurgusuyla da aslında bu düşünceyi pekiştiriyor.
Bu nedenle küçük bir politik manevra marjı var.
Merkez Bankası ve ekonomi yönetimine 2006 Haziranında yapılan bir ay içindeki iki PPK toplantısını emsal göstererek bir ay sonraki PPK toplantısına kadar ikinci bir PPK toplantısı yapılabileceğine dair bir açık alan bırakmasını tavsiye ediyorum.
Bu hem iletişim stratejisini bozmayacak hem de sıkışılan bu patikada daha fazla opsiyon içinde kalınmasını sağlayacaktır.
Bu nedenle makul olan sonraki ayları da düşünerek bu PPK toplantısında 300 baz puanlık bir artışla politika faizinin 38’e çıkarılması olacaktır.
Art arda yatırım turlarına çıkan ekonomi yönetiminin istediğini alamamasının sebebinin faiz patikası değil reform eksikliği olduğunu söylememe gerek bile yok!
O nedenle yılbaşı itibarıyla çeteler ve kara para ile mücadelenin yeni bir piyasa dönüşümünü de beraberinde getirecek reform gündemlerine dönmesi Türkiye’nin seçim politikaları ile Anayasa tartışmalarına sıkışan yargı sorunları içerikli olumsuz gündemden kurtulmasına yardım edecektir.
Benden söylemesi...