FETÖ elebaşının ölüm haberi ile açtık gözlerimizi sabaha, ancak sık sık karşılaştığımız bir durumdu esasen bu, çoğu kez bu konuda asparagas haberlerle de karşılaşıyorduk ancak bu defa doğruluğu teyit edildi.

Şimdi elbette akıllara çok soru geliyor, dil çok şey söylemek istiyor ancak yine de usturuplu olmayı tercih ediyoruz.

1941 yılında, Erzurum’un bir köyünde dünyaya gelen ve sadece ilkokul eğitiminden sonra dini literatürler çerçevesinde geçmişten bugüne ‘’dinler arası diyalog’’ adı altında Türkiye’nin dinamitlerini yerinden oynatmaya yönelik özel olarak yetiştirilen ve ülkenin birçok yerinde vaaz vererek insanların gözünü boyayan FETÖ elebaşının ölümü, neleri beraberinde getirecek merak konusu açıkçası.

Gün yüzüne çıktığı günden itibaren hiçbir dönemde sağ ve muhafazakar bir siyasi partiyi desteklemediği gibi, 28 Şubat döneminde ikna odalarına alınan arkadaşlarımızın başlarını açması konusunda fetvalar yayınlamıştı. Hatırlayanlarınız vardır ‘füruat’ sözünü. Yasakçıların yanında yer alarak darbecilerin elini güçlendirmişti bu sözü ile, sözde bir dini oluşum lideri ! Bu söylemi, onun darbecilerle olan ilişkisinin menfaatlerin çok ötesinde olduğunu ortaya koyuyordu esasen.

Ancak gözlere perde çekilmiş olmalı ki kimse eleştirmedi o dönemde Amerika’nın desteklediği bu yapıyı.

Var olduğu günden beri hiçbir muhafazakar siyasi partiyi desteklemeyen, ancak AK Parti’nin kuruluşundan itibaren destek vermeye başlayan bu örgütün aslında ne olduğunu ve niyetini okuyabilen bir dünya lideri çıkıyordu meydanlara. İşte destek vermeleri, o sebeple yuları elinde bulunan Amerika için önem arz ediyordu. Çünkü devletin çeşitli kademelerinde, kritik pozisyonlara yerleşen bu yapı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kontrol etmesi açısından önemliydi.

Amerika, bir fren mekanizması olarak konuşlandırmıştı bu yapıyı AK Parti içine ve bu sebeple destek veren konumda olmuştu ve destek vermesi muhakkaktı.

Elbette Türkiye’yi kukla gibi yöneten dış mihraklara baş kaldırabilmek mümkün değildi, bundan ötürü siyasi bir deha olan dünya lideri, eli güçlenene kadar bu örgüte sesini çıkaramamış, ancak ihtiyatı da elden bırakmamıştı.

Ta ki haddi aşıp ‘mit tırları’ operasyonları ile düğmeye basılana kadar. Kopmalar süregelerek, devlete başkaldırı açıktan yapılmaya başlanmıştı artık.

Aslında bu başkaldırının perde arkası, Hakan Fidan’ın Milli İstihbarat’ın başına geçmesiydi. Devlet içinde devlet oluşturan Fetullahçı terör örgütü, Hakan Fidan yerine farklı  bir ismin getirilmesini hedeflemişti, ancak yüksek ferasete sahip Cumhurbaşkanı, yani dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bunların gerçek amaçlarının, ülkenin kalbi istihbarat alanını ele geçirmek olduğunu anlamış ve  onların istediği değil de, kendi istediği ismi getirerek karşılıklı kılıçların çekilmesini başlatmış oldu.

Sonraki takip eden süreçler zaten herkesin malumu, 17-25 Aralık operasyonları ile gerilim artık tırmanmaya başladı.

Başlangıçta dini bir yapı olarak ortaya çıkan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), kendisini eğitim çerçevesinde tanıtmıştı dünyaya. Evet sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de çeşitli ülkelerde faaliyet göstermiş, eğitim kurumları açmış ve başta eğitim kurumları olmak üzere iş dünyası ve devletlerin farklı kademelerinde de etki göstermeye başlamıştı.

Zamanla şahitlik ettiğimiz olaylar çerçevesinde, amacının dışında faaliyetlerde bulunduğu ve farklı hedeflere yöneldiği anlaşılmıştı.

Özellikle Türkiye’de polis teşkilatı, askeriye, yargı ve bürokrasi içerisinde kadrolaşarak güç kazanmıştı.

15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi, örgütün gerçek yüzünü ve hedeflerini net bir şekilde ortaya koymuştur.

FETÖ operasyonları ulusal ve uluslararası hukuki süreçlerle devam etmekte, bu süreçte suçlu olduğu kişiler yargı önüne çıkarılmaktadır. Bununla birlikte örgütün sosyal ve ekonomik alanlarda oluşturduğu ağlar da dağıtılmaya çalışılmaktadır.

Ancak, bugünden sonra baş failin yok olmasıyla bu mücadelede yargı süreci nasıl ilerleyecek hep birlikte göreceğiz.

Geleceğe bakıldığında FETÖ ile mücadelede kararlılık ve hukukun üstünlüğü önemli bir yere sahiptir. FETÖ’nün, benzer amaçlarla faaliyet gösteren diğer gizli yapılar gibi, sadece Türkiye için değil, bulundukları tüm toplumlar için potansiyel bir tehdit oluşturabileceği ise göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.

Maalesef günden güne bozulmaya yüz tutmuş, milli, dini ve kültürel bağlarından ayrışan ve en tahklikelisi cinsiyetsizleştirilmeye çalışılan toplumumuzda, çocuklarımızı, birinden kaçarken diğerine teslim etmeyecek kadar bilinçlenmeli, insanların değer yargıları üzerinden içimize sızmaya çalışan bu ve benzeri örgütlere karşı da son derece ferasetli olmalıyız.

Son olarak, ülkenin demokrasisine kast etmiş, nice canlar yakmış, nice beyinler yıkamış ve nice anne babanın gözyaşına sebep olmuş bu elebaşının, yaptıklarına mukabil muamele görmesi duasıyla…