Son günlerde dünya siyaset sahnesinde yaşanan gelişmeler, uluslararası hukuku ve adalet mekanizmalarını ciddi şekilde sorgulamamıza neden oluyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze için yapmış olduğu son açıklama, sadece diplomatik bir skandal değil, aynı zamanda insanlık onuruna karşı işlenmiş büyük bir saygısızlık olarak tarihe geçecek. “Gazze’yi bir gayrimenkul olarak görüyorum” sözleri, 2,3 milyon insanın yaşadığı bir bölgeyi, evlerini, hayatlarını ve tarihlerini bir emlak projesi gibi ele almanın apaçık bir göstergesidir.
Filistin halkının yaşadığı trajediyi tamamen yok sayıyor bu açıklama. İsrail’in yıllardır uyguladığı ablukalar, bombalamalar ve sistematik baskılar sonucunda Gazze halkı açlık, susuzluk ve sürekli bir ölüm korkusuyla yaşamaya mahkum edilmiş durumda. Şimdi ise Trump, bu zulmü adeta bir “arsa satışı” olarak tanımlıyor.
Bu yaklaşım, sadece politik bir cehalet değil, ahlaki bir çöküştür. Çünkü Gazze halkının çektiği acılar, evlerinden koparılmış aileler, bombalar altında hayatını kaybeden çocuklar, bir yatırımcı mantığıyla pazarlanamaz. Bir halkın tarihi, emlak değerleri üzerinden değerlendirilemez!
Trump’ın Gazze için öne sürdüğü plan tam anlamıyla şoke edici. Filistin halkını doğdukları topraklardan koparıp komşu ülkelere sürmek ne insani ne de hukuki bir adımdır. İsrail’in yıllardır Gazze’de uyguladığı kuşatma, hastaneleri ve altyapıyı hedef alan saldırıları zaten bir insanlık dramına dönüşmüşken, Trump’ın bu sözleri adeta yangına benzin dökmek demektir.
Gazze Şeridi’ni Filistinlilerden “arındırarak” lüks bir tatil bölgesine çevirmeyi ve halkı zorla göç ettirmeyi öneriyor. Bunu yaparken de Orta Doğu’nun “Riviera’sı”ndan bahsediyor. Ancak bu, uluslararası hukukta açıkça “zorunlu tehcir” olarak tanımlanan bir suçtur. Lakin ABD Başkanı Donald Trump, ne Uluslararası Ceza Mahkemesi ne de herhangi bir İnsan Hakları Örgütü’nü dikkate alıyor. Gazze hakkındaki açıklamaları ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yönelik yaptırım kararları, küresel düzenin temel taşlarını tehdit eder nitelikte.
Bu, uluslararası adaletin açıkça boğulmasıdır. ABD’nin, geçmişte UCM’yi tanımadığı zaten biliniyor. Şimdi de İsrail’i korumak adına aynı taktiği uyguluyor. Bu da bize, hukuk devleti ilkelerinin yalnızca güçlünün menfaatine göre şekillendirildiğini gösteriyor. Ne yazık ki Adalet, birilerinin tekelinde!
Bu hukuksuzluklara dur denilmediği sürece adaletin sağlanması mümkün olmayacaktır. Güçlü olanın değil. Haklı olanın kazandığı bir dünya için sesimizi yükseltme zamanı!
Trump’ın, seçim öncesi “savaşı bitiren kişi ben olacağım” ifadelerinden, onun elbette bunu söylerken masumane bir tavır içinde olmadığını biliyorduk ve hiç gecikmeden ilk icraatı bu işgal planını meşrulaştırmak oldu. Trump’ın, Biden’dan daha masum olmadığını elbette biliyoruz.
Hatırlayın, Trump yönetiminin en çok ses getiren kararlarından biri, 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşımasıydı. Bu karar, Netanyahu’nun uzun süredir savunduğu bir talebi yerine getirirken, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler kararını hiçe saymıştı. Bu karar, Filistinlilerin şehir üzerindeki haklarını tamamen göz ardı etmekti, nitekim öyle de oldu.
Benzer şekilde, Trump’ın 2019’da Golan Tepeleri’ndeki İsrail egemenliğini tanıması da o dönemde uluslararası toplumun tepkisini çekti. Golan Tepeleri, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail tarafından işgal edilmişti ve uluslararası hukuka göre Suriye toprağı olarak kabul ediliyordu. Trump’ın bu kararı, şimdi olduğu gibi, İsrail’in işgal politikalarını meşrulaştırma çabası olarak görüldü ve bölgedeki gerilimi artırmıştı.
Trump’ın bu söyleminin eyleme dönüşmesi yani bölgenin demografik yapısını zorla değiştirme çabası, Orta Doğu’da uzun vadeli istikrarsızlık ve daha büyük çatışmalar doğuracaktır. ABD’nin aklındaki plan, İsrail’in aşırı sağcı kesimlerinin hayalini süsleyebilir lakin bir gerçek var ki onu değiştiremez: bu bir etnik temizliktir.
Gazze’yi “ABD kontrolüne alma” ve Filistinlileri komşu ülkelere yerleştirme önerisi, aslında uluslararası hukukun en ağır suçlarından biri olan zorunlu tehcirin açık bir ilanıdır. Bu, büyük güçlerin insan haklarını nasıl hiçe saydığının en somut örneklerinden biridir.
Bunun adı soğukkanlı bir etnik temizlik planıdır. Başta İslam ülkeleri olmak üzere eğer dünya buna sesiz kalırsa, güçlü olanın zulmüne ses çıkarılmazsa, adalet ve insanlık için çok büyük bir kayıp olacaktır. Bu zulmü yapan ve buna sessiz kalanlar iyi düşünmelidir. Çünkü bugüne kadar zulme rıza gösterenler, insan hayatını metalaştıranlar, hep kötü hatırlandı. Gazze halkı, bu dünyada sadece onurlu bir yaşam hakkı için mücadele eden bir halktır.
Unutmamak lazımdır ki, adalet bir gün herkese lazım olacak!