Türk siyasetinde satranç tahtası sürekli değişiyor. Yeni hamleler, beklenmedik çıkışlar ve stratejik hesaplar sahneyi şekillendiriyor. Siyasette zaman zaman öyle hatalar yapılır ki, bazen bu, rakibinizin size hediye ettiği bir avantaj gibi olur. İşte Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yarışma hevesi tam da böyle bir tablo sunuyor. Uzun süredir muhalefetin iç çatışmalarla boğuştuğu bir süreçte, İmamoğlu’nun kendisini Erdoğan’ın rakibi olarak konumlandırması, aslında iktidar açısından güzel bir gelişme.
İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturarak yakaladığını düşündüğü popülariteyi, Türkiye genelinde bir lidere dönüştürmek istiyor. Ancak bunu yaparken, muhalefetin iç dengelerini tamamen göz ardı ederek hareket ediyor. CHP’de Özgür Özel ile güç mücadelesine girişirken, Mansur Yavaş’ı da görmezden geliyor. Bütün bunları yaparken de tek bir hedefi var, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan rakibi olduğunu kanıtlamak.
Ancak burada İmamoğlu’nun göz ardı ettiği ciddi bir hata var ki, Erdoğan gibi yılların tecrübeli siyasetçisi karşısında, sadece “ben rakibiyim” demekle yarış kazanılmaz. Erdoğan yıllarca siyaseti domine etmiş, kriz yönetiminde ustalaşmış, halkla bağ kurmayı başarmış bir lider. İmamoğlu ise şu ana kadar İstanbul için yönetim performansı tartışmalı bir başkan olmaktan öteye geçemedi.
CHP’nin iç hesaplaşmalarla meşgul olduğu bir dönemde, İmamoğlu kendisini ana muhalefet bloğunun lideri olarak sunmaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu sonrası CHP’de hala net bir lider figürü oluşmadı ve bu boşluğu doldurmak isteyenlerin başında Ekrem İmamoğlu geliyor.
Peki bu durum iktidar açısından bir avantaj mı?
Kesinlikle öyle. Çünkü İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı yarışına girme çabası, muhalefeti zayıflatan ve iktidarın işini kolaylaştıran bir stratejik hata. Neden mi?
Cumhurbaşkanlığı yarışına doğrudan Erdoğan’ın karşısında bir figür olarak girerek, muhalefetin kendi içindeki karmaşık dengelerinden sıyrılarak parti içindeki rakiplerini geride bırakıp, “doğal aday” algısını pekiştirmeye çalışıyor.
CHP içinde Özgür Özel ve diğer fraksiyonlar varken, İmamoğlu’nun parti içinden güçlü bir destek alması zor gibi. Bu da muhalefetin dağınıklığını artırıyor. Seçim sürecinde ortak bir lider etrafında birleşemeyen bir muhalefet, seçmenlerin hayal kırıklığı olacaktır.
İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük ve en stratejik kentinde ikinci kez başkanlık koltuğuna oturan biri olarak, Erdoğan’ın geçmişteki yükseliş hikayesini kendisi için de geçerli kılmaya çalışıyor.
İstanbul’da beklenen icraatları ortaya koyamayan, sürekli merkezi hükümeti suçlayarak başarısızlıklarını perdelemeye çalışan bir İmamoğlu profili var. Cumhurbaşkanlığı için sahaya çıktığında halkın en büyük sorgulaması “İstanbul’u yönetemeyen ülkeyi nasıl yönetecek?” olacaktır. Bu sorunun yanıtı, İmamoğlu için oldukça zor.
Öte yandan Erdoğan, Türkiye siyasetinde hala en güçlü isimlerin başında geliyor. Yıllardır süren iktidarı, geniş bir seçmen kitlesi ve tecrübeli bir siyasi manevra kabiliyeti var.
Erdoğan, seçim meydanlarını en iyi kullanan bir lider. Karşısına çıkacak isimlerin siyasi reflekslerinin çok güçlü olması gerekiyor. İmamoğlu, henüz böyle bir mücadelede yeterince test edilmedi. Geçmişte Erdoğan’ın karşısına çıkan birçok muhalefet liderinin nasıl dağıldığını gördük. İmamoğlu’da bu sürecin yenileni olmaya aday.
Muhalefet, 2023 seçimlerinde yaptığı stratejik hatalarla zaten büyük yenilgi aldı. Şimdi İmamoğlu’nun kişisel hesaplarıyla yeni bir hata yapma sürecine girmesi, bölünmüş bir muhalefet, zayıf bir aday ve tartışmalı bir yönetim performansı ile İmamoğlu, kendisini Erdoğan’a rakip görmek isterken, aslında Erdoğan’ın en kolay yenebileceği aday haline geliyor.
Ayrıca, Erdoğan’ın karşısına çıkmak için sadece CHP tabanından değil, geniş bir seçmen kitlesinin desteğini alması gerekiyor. Ancak şu andaki anketlerde, muhalefetin genel olarak dağınık olduğu ve seçmenin net bir lider figürü aradığı görülüyor.
Velhasıl siyaset, doğru zamanda doğru hamleyi yapma sanatıdır ve hazırda bu sanat ile yoğrulmuş ve bunu çok iyi kullanabilen bir lider var.
Günün sonunda bu gidişat iktidar açısından rahatlatıcı, muhalefet açısından ise kaçınılmaz bir çöküş süreci…