Dünya değişiyor ve dengeler yeniden şekilleniyor. Güç odakları arasındaki rekabet, yeni ittifaklar ve krizler, küresel siyaseti yeniden dizayn ediyor. Tam da bu atmosferde, geçtiğimiz günlerde Fransa’nın yayınlarından Le Point, ”2025 – Yeni Dünya Düzeni” başlıklı özel sayısında dört lideri kapağına taşıdı: Donald Trump, Şi Cinping, Vladimir Putin ve Recep Tayyip Erdoğan.
Bu kapak hem küresel siyasetin geleceğine dair bir okuma yapma fırsatı sunuyor hem de Türkiye’nin ve Erdoğan’ın dünya sahnesindeki konumunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Daha da ilginç olan şu: 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “diktatör” manşetiyle hedef alan Le Point, bugün onu “dünyanın kaderini şekillendiren” liderlerden biri olarak sunuyor. Peki, ne değişti?
Dört lider, dört farklı strateji
1). Donald Trump ve popülizmin gölgesinde Amerika
ABD’nin 45. Başkanı olan Donald Trump, her ne kadar tartışmalı bir figür olsa da, küresel siyasette büyük bir kırılma yarattı. “önce Amerika” sloganıyla izolasyonist bir politika izledi, NATO müttefikleriyle gerilimler yaşadı, Çin’le ticaret savaşları başlattı ve ABD’nin geleneksel diplomasi anlayışını yerle bir etti.
Ancak Trump’ın politikaları, ABD’nin dünya üzerindeki liderlik rolünü pekiştirmekten çok, sorgulanır hale getirdi. Bugün bile ABD’de Trump’ın dönüş ihtimali konuşuluyor. Ancak Washington’un en büyük açmazı şu: Trump gibi bir figür, ABD’yi güçlendiriyor mu, yoksa onu küresel rekabette zayıflatıyor mu?
2). Şi Cinping ile ekonomi ve otoriterlik dengesi
Çin, “Kuşak ve Yol” girişimiyle küresel ekonomik gücünü artırırken, Şi Cinping’in yönetim tarzı otoriterleşme sinyalleri veriyor. Teknoloji ve üretim kapasitesi açısından ABD’ye kafa tutan Çin, jeopolitik olarak da Pasifik’ten Afrika’ya kadar geniş bir etki alanı kurdu.
Ancak Çin’in en büyük sınavı, ekonomik büyümesini sürdürebilir kılmak ve iç istikrarını koruyabilmek. Batı dünyası, Çin’in yükselişini hem bir tehdit hem de bir fırsat olarak görüyor. Çünkü Çin, yalnızca ekonomik değil, siyasi ve ideolojik bir güç olarak da yeni bir kutup oluşturuyor.
3). Vladimir Putin ile güç mücadelesinin soğuk yüzü
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, sert güç politikalarının en agresif temsilcisi olarak bilinir. Gürcistan’dan Kırım’a, Suriye’den Ukrayna’ya kadar geniş bir coğrafyada askeri operasyonlar düzenledi, Batı’nın yaptırımlarına rağmen Moskova’nın jeopolitik etkisini artırdı.
Ancak Putin’in en büyük handikapı, Rusya’nın ekonomik bağımlılıkları ve içerideki baskıcı rejimi. Batı ile yaşadığı diplomatik krizler, Rusya’yı giderek daha fazla izole ediyor. Ukrayna savaşı, onu kısa vadede iç kamuoyunda güçlü kılabilir, ancak uzun vadede Rusya’yı yalnızlaştırma riski taşıyor.
4). Recep Tayyip Erdoğan ile bağımsız ve çok yönlü liderlik
Gelelim Erdoğan’a… Le Point’in kapağında yer alması, Batı’nın bile artık Erdoğan’ı küresel siyasetin en önemli aktörlerinden biri olarak gördüğünü kanıtlıyor. Çünkü Türkiye, artık yönlendirilen bir ülke değil, kendi yolunu çizen ve dünya sahnesinde etkili olan bir güç.
Erdoğan, Batı’ya bağımlı olmayan ama Batı’yla da kopuk olmayan, Doğu ile ilişkilerini güçlendiren ama Doğu’nun gölgesinde kalmayan, hem askeri hem diplomatik hem de ekonomik olarak bağımsız bir Türkiye’nin mimarı.
Son yıllarda Türkiye, savunma sanayii, enerji politikaları ve arabuluculuk hamleleriyle küresel bir oyun kurucu konumuna geldi. Karabağ zaferinde Türkiye’nin belirleyici rolü, Ukrayna-Rusya savaşında dengeli ve etkin diplomasisi, Afrika’daki ekonomik ve insani yatırımları, Türkiye’yi yalnızca bölgesel değil, küresel bir güç haline getirdi.
Peki, Erdoğan’ın diğer üç liderden farkı neydi?
Erdoğan, ne Putin gibi tamamen sert güce yaslandı ne de Trump gibi popülist söylemlerle izole oldu.
Türkiye, NATO üyesi olup S-400 alabilen nadir ülkelerden biri oldu.
Batı’ya rağmen Filistin ve mazlum coğrafyaların sesi olmayı sürdürerek bağımsız diplomasi örneği sergiledi.
Batı’nın yaptırımlarına ve küresel krizlere rağmen yerli üretim ve ihracata dayalı bir ekonomik model geliştirdi.
Savunma sanayisinde Bayraktar SİHA’larıyla dünya çapında bir marka yarattı. Ve Ekonomik dayanıklılığını tüm dünyaya göstermiş oldu.
Putin’in gücü sert, Şi’nin gücü ekonomik, Trump’ın gücü ise popülistti. Erdoğan ise tüm bunları dengeli bir şekilde yöneten bir liderlik anlayışıyla hareket etti. Ve gerçek bir liderlik sergiledi.
Peki, bizim muhalefetin kör noktası?
Dış politikada Türkiye’nin yükselişini dünya konuşurken, içeride muhalefet hala Türkiye’nin başarısını görmezden gelmeye devam ediyor. Muhalefet, Türkiye’nin küresel rolünü küçümsemekle kalmıyor, Batı’ya bağımlı bir ülke olmasını tercih eder gibi bir tavır sergiliyor.
Bugün Le Point’in kapağına bakan herkes şunu görüyor: Türkiye, küresel sahnede bir figüran değil, başrol oyuncularından biri. Ancak muhalefet, hala eski dünyaya göre siyaset yapıyor. Kabul edip kendilerine dahi açıklayamadıkları gerçek şu ki, Türkiye ve Erdoğan artık küresel bir güç.
Le Point’in kapağı, aslında bir ilan niteliğinde. Türkiye, artık dünya sahnesinde vazgeçilmez bir aktör; Erdoğan ise yalnızca Türkiye’nin değil, küresel siyasetin en önemli liderlerinden biri.
Dünya değişirken Türkiye’de değişiyor ve dünya artık Türkiye’yi hesaba katmak zorunda, çünkü Türkiye artık senaryoyu yazanlardan biri. Birileri artık kabul etse de etmese de, dünyanın kabul ettiği bir gerçek var ki, Erdoğan Türkiye’nin küresel yükselişinde en önemli figür olarak tarihe geçiyor.