İş yaşamında liyakat çok önemli bir unsurdur.

Bir işi hakkıyla yaptığına inanılan kişinin çalıştığı kuruluşun bu durumunun farkında olarak çalışanını taltif etmesi beklenir.

Bazı şirketlerin imkânları geniş...

Maaşın yanına; yol, yemek (artık şirketlerin bunları vermesi zorunlu değil) kumanya, yıllık mazeret izni, kıyafet yardımı, aile yardımı, çocuk yardımı, eğitim yardımı ve daha niceleri verenler varken performans başarısının ödülü olarak konut dâhil çıtayı daha da yukarılara taşıyan alnı öpülesice nice iş insanlarımız var.

Tabii ki bunlar çok az şirketin uyguladığı politikalar olsa da iyi örneklerin yayılmasını temenni ediyorum.

Elbette bu, liyakat esaslı ve geliri kâfi gelen şirketler için geçerli bir durum.

Gelirleri yetersiz olanlar ise elemanlarını el üstünde değil baş üstünde tutuyor.

Ustam, filanca bey, falanca hanım, diye başlayan cümlelerin yanına iliştirilen yarım elma gönül alma tadında “Yahu sen olmasan burası çöker.”, “Filanca kişi bu kurumun beyni...”, “Şirketimizin en kıymetli elemanı...” vs. söz ve davranışlarla personelin duygusal anlamda desteklenmesi esas alınıyor.

Bu iki örnek güzel ama oldukça az sayıda yer alıyor.

Çünkü memleketin kaliteli ve dünya ile rekabet edeceği alan çok fazla değil.

Marka ve teknoloji üretmekte yetersiz kalan Türkiye’nin, artan nüfusun getirdiği ucuz işgücü sonucu olarak sektöre girmesi kaçınılmaz oluyor.

İş arayanların sıraya dizildiği, rekabetçi üretimin kaliteden değil de ucuzluktan yana şekillendiği bir ekonomide, vatandaşlar da; daha ucuza çalışanın, hiç ses etmeyenin, patrona kral gibi davrananın ancak iş bulabildiği çarpıkuğursuz ve kendisini yok edecek bir iş dünyasında debeleniyor.

Hani derler ya, "Hayaller Paris gerçekler filanca yer..." diye...

Ne elin fareli köyünü övmek istiyorum ne de ülkemin bir karışını kötülemek...

Ama doğru söze de bir şey denilmiyor gâri...

İşte bu sorunumuz, işini bilen ekonomistlerin tam olarak bahsettiği yapısal reform gerektiren sorunlardan belki de en büyüklerinden biridir.

Ana kucağından indikten sonra okul sıralarına giren genç kardeşlerimizin soluğu ancak 25’inde alması ve iş dünyasına fayda üretemeyecek bir durumda olarak sektöre girmeye çalışması onların suçu değil.

Çünkü rekabetçi piyasayı geliştirmek ve denetlemek için kolların sıvandığı pek az örnek var.

Kamu gücünü kullanarak büyük şirketlere kaynak aktarmak, bu şirketlerin tepkisini ötelerken, ardı ardına kamu alımları da vatandaşın “Hiç olmazsa devlete kapağı attık.” demesine neden olmuştu.

Ama deniz bitti!

O güzel (!) günler son buldu.

Artık sert tedbirler uygulamak zorundayız.

Kaybımız o kadar büyük ki, bugünden başlayıp tam bir seferberlik ilan etsek bile benim hesabıma göre ancak 2030 yılında 2016 yılını yakalayabiliyoruz.

Bunu sadece 2023 hedeflerinin neredeyse hepsinin 2053’e taşınmasıyla bile anlayabiliriz.

Yıkım korkunç...

Herkes, "Ahırda sürü var nasılsa..." diyor ama o ahırdaki sürünün yarısı geçen kış hastalandığı için telef oldu, kalan yarısı da bizim şenlik sofralarımızda güle oynaya yediğimiz yemeklerde yer aldı.

Ne ucunu bildik ne sonunu...

-Bilmemek suç mu kardeşim?

-Evet suç!

-Peki ama biz 12 saat çalışıyoruz. Yoldu, yemekti derken kalıyor 10 saat. Bir iki saatte çocuklarla vakit geçirince gidip yatıyoruz. Günlerimiz böyle geçiyor. Biz ne bilelim ne yaptıklarını?.. Güvendik oyumuzu verdik. Bir de dönüp, "Ne yapıyorlar?" diye mi bakacağız?

-Haklısın kardeşim.

İşte o çok konuşulan yapısal reformlardan başka biri de senin meseleleri sadece akşam ana haberde ele almanın ötesine gitmeni sağlayacak vakti sana kazandırmaktır.

Kanunlarımız haftalık çalışma saatini açıkça ortaya koyuyor ama işgücünün bu kadar rekabet hâlinde olduğu bir ekonomide kanunlar, kurallar o kadar kolay esnetilir ki...

Türkiye’nin birçok yapısal reforma ihtiyacı var ama günü kurtarmaktan öteye gidemiyor.

Para politikalarıyla zengini daha zengin yaparken fakirin tepesine biniyor.

Hâlbuki böyle olmak zorunda değil.

Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a Enflasyon Raporu Bilgilendirme Toplantısında; enflasyondan ezilen vatandaşın, yılbaşına umutlarını sakladığı bir sabır ikliminde olduğunu bildiğimden, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in beklenen enflasyona göre zam yapılacağı açıklamasını sordum.

Sayın Başkan, gerçekten çok zeki ve işine odaklanmış durumda...

Takdir ettim.

İnşallah yolu açık olur.

Ama para politikalarına odaklanarak sorunların çözülemeyeceğini anlamamız gerekiyor.

Gerekli faiz artışını yapmayınca; kurdan zengin olanlar ile stokçuluk zenginlerinin yığıldığı bir ülke oluyorsunuz.

Artırdığınızda da yine onlar kazanıyor.

Her ay milyoner sayımız hızla artıyor.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik açıkça ortada ve bunu para politikası ile çözmek mümkün değil.

Çünkü zenginler faiz artışında da enflasyon artışında da zenginliğine zenginlik katıyor.

Olan alt ve orta gelir grubuna oluyor.

Üretimistihdam politikalarında değişiklik yapmak için teknoloji ve eğitim politikalarında değişiklik yapmak ve altyapı yatırımlarına öncelik vermek zorundasınız.

Bu adımlarla sorunları çözmek onlarca yıl alır.

Hiçbir siyasetçinin o kadar zamanı yok.

Kervan yolda düzülür.

"Çocuk da yaparım kariyer de..." tadıyla ne kariyerini ilerleten ne de çocuğuna gerekli ilgiyi veremeyen anne ikilemini içselleştiremeyen bir ekonomi bakışı bize çözüm olmaz.

Yapılacakları bir bir sıralarım ama bitmez.

Onun yerine yıllardır Dijital Türk Lirası’na geçişin bir an önce olması gerektiğini savunuyorum.

Çünkü Dijital Türk Lirası;

-vergi kaybını sıfırlar,

-suç gelirlerini ve suçu yok eder,

-gelir dağılımında adaleti sağlayacak bir vergi dağılımına imkân tanır,

-yastık altını bitirir ve kayıt dışı kaynaklar ekonomiye akarak büyük bir kaynak yaratır.

-Ama bankalar bu işi sevmez. Çünkü aracılık faaliyetleri büyük ölçekte sekteye uğrar.

-Ama mafyalar bunu sevmez. Çünkü kara para aklamanın yolu kalmaz.

-Ama zenginler bunu sevmez. Çünkü vergiden kaçınma yolları yok olur.

Ama, fakat, çünkü, lâkinlerle dolu birçok neden ve sonucun yer aldığı cümleler kurabilirim.

En önemli ise durmaksızın rekabet eden dünyanın bir yenilikten başka bir yeniliğe koşarken bizim, eski sayılacak dünyanın şartlarını yakalama çabamızın bizi bir yere götürmeyeceği gerçeğini ve bu uğurda kaybettiğimiz zamanının telafi edilemeyeceğini ısrarlı bir şekilde anlamak istemeyişimizdir.

12.Kalkınma Planı'nda 2028 yılında Dijital Türk Lirası kullanımına geçiş hedefleniyor.

Büyük bir hedef ayrıca gerekli altyapı için seferberlik olmadığına göre ihtiyaç duyulan zamandan daha az vakit var gibi görülüyor.

Hafize Hanıma takvimi sordum. Üç fazın ikinci kısmına geçtiklerini söyleyerek yıl sonunda rapor yayımlayacaklarını açıkladı.

Sabırsızlıkla bekliyorum. Dijital Paranın (Kripto para değil) takipçisi olarak gündeme taşımaya devam edeceğim.

Çünkü bu adım, küresel yarışta reform zorunluluklarını öteleyen siyasetçilerin düşüncelerini yok ediyor.

Daralan vaktimizi bir miktar da olsa kurtarıyor.

Ama o daralan vakitte cebi daralan vatandaşın geleceği bu arada pek iyi görünmüyor.

Hedeflenen enflasyona göre maaş zammı yapılacağını açıklayan Mehmet Şimşek’e Hafize Gaye Erkan da destek vererek, “Bundan sonra farklı olacak!” minvalinden açıklamalarla enflasyon patikasının gerçekleşeceğini savundu.

Meslekte 40 yılını deviren gazeteci üstatlarıma sordum.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bu zamana kadar hiçbir enflasyon raporundaki hedefi tutturamadığını öğrendim.

Asgari ücretlinin, memurun, kamu çalışanın ve daha bilumum kişinin kamu yoluyla finanse edildiği bir düzende bu kişilerin maaşlarını tutmayacak bir rapora göre belirlemek ne kadar adil olur?

Çalışma ve Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Kasım ayında komisyonun toplanacağını söyledi ama paranın kontrolünü yapanlar yüzde 36 enflasyon ortalamasıyla öngördükleri 2024 yılı için sizce yüzde kaç zam düşünüyordur?

Yüzde 65 ile 2023 yılını kapatmayı beklerken zaten çoktan maaşları eriyen vatandaşın yaşadığı sorunu görmezden gelmek yoksullaştıran ücret politikasına çanak tutmak demektir.

Talep enflasyonunu yaratan kesim ile alt gelir grubu arasındaki bağlantının kopuk olduğunu anlatmanın zorluğu mu yoksa teknolojinin kurtarıcı olacağını dile getirmenin zorunluluğunu mu seçsem bilmiyorum.

Benden söylemesi...