Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geliri daralan vatandaşa son nefeslik adımı genel anlamda kamuoyunda olumlu karşılık buldu.
Asgari ücretin on yedi bin iki lira (17.002 TL) olmasından bahsediyorum.
Özgür Demirtaş hemen finansal matematiğini konuşturdu ve üç ay sonra açlık sınırının asgari ücreti geçeceğini söyledi.
İşin matematiğini o söyledi, edebiyatını da ben yapayım o zaman.
Neden artacak biliyor musunuz?
Çünkü, çiftçinin alacağı ürünlerin her biri artacak ve o da buğdayını da pahalıya satmak isteyecek.
Çünkü, un yapan fabrikadaki çalışanların maaşları artacak ve patron o maaş farkını karşılayabilmek için una zam yapacak.
Çünkü, o unu toptancıya götüren kamyon şoförünün maaşı artacak ve lojistik firması taşımanın faturasına zam yapacak.
Çünkü, fırıncının çalıştırdığı elemanların maaşı artık zamlandığı için aradaki farkı artan un fiyatlarının üstüne ekleyeceği fark ile kapatacak.
Çünkü, ekmek aldığınız bakkalda çalışan asgari ücretli işçinin maaşı artacak ve onun maaşını ödemek zorunda olan işvereni, mecburen bu farkı karşılayabilmek için ürünlerine zam yapacak.
Sadece, ekmek serüveni üzerinden bir maaş zammının aslında aradaki katmanlarda nasıl ürünlerin fiyatını birden çok kez artırdığını görebilirsiniz.
Sanayi, maden, tarım, gıda, üretim, ticaret, turizm ve daha nice sektör bu durumdan nasibini alacak.
Hiç kimse söylenenlere şaşırmasın.
Kimse olacak olanın önüne geçemez.
Tövbe bismillah.
Bir kişi geçebilir tabii.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, maaşa zam yapmak yerine ekmeğin fiyatını düşürmek için bakkaldaki elamanın gelir vergisi oranını düşürse o eleman daha fazla kazanır ve alım gücü artır.
Fırının elektrik maliyetini yarı yarıya düşürecek enerji desteği verse rekabet etmek isteyen fırıncı ekmeğin fiyatını düşürür.
Benzin, mazot fiyatlarını aşağı çekmek için her türlü uluslararası riski göğüslese ve petrol satan ülkeler ile ayrıcalıklı anlaşmalar yapsa hem şoför hem lojistik firması kazanır.
Un fabrikasındaki üretimi sürekli kılmak için fabrikanın kurumlar vergisini yarı yarıya düşürse rekabet ile fiyatlar aşağı iner ve un daha ucuza temin edilir.
Herkesin artan alım gücü, daha önceki ekmek talebini yükseltir.
Daha sonra ise rekabet etmek isteyen diğer firmaların daha kaliteli unları kullanması ile hem fiyat ucuzlar hem kalite artar.
Kalite için daha kaliteli buğday istenir.
Çiftçiler özel üretim yapar.
Dekar arazisi artmayacağı için kaliteli ürün için ilaç, gübre, sürme ve hasat zamanında işini en iyi şekilde yapar.
Bu yolla hem işçi hem çiftçi hem vatandaş hem patron kazanır.
Kim kaybeder.
Devletin vergileri azaltmasının yanında ayrıca sağladığı destekler kamu bütçesini zorlar.
Ee ne olacak onun da kolayı var!..
Vatandaşının bu güzel ekosistemi kurabilmesi için kapıda uçaklar, arabalar yatmaz; hepsi satılır.
Kamuda 500 bin kişinin yapacağı iş için 10 katı eleman çalıştırılmaz.
Özel sektörün kendi içinde çözeceği iş için vergi toplanmaz, devlet her işe karışmaz.
Hikâye basit...
Okuması da zevkli...
Ama gelgelelim ki itibardan tasarruf etmeyen o anlı şanlı siyasilerimizin ülkemizin yüzünü yere düşürmesi düşünülemez.
Saraylar, külliyeler, belediyeler ve bilumum her türlü konut ve araçtan asla ama asla vazgeçemez.
Vatandaşa milliyetçilik söylemleri ile vatan aşkı hatırlatılır.
Bu uğurda gerekirse üç değil on üç, yetmezse otuz üç uçak alınacağı deklare edilir.
Vatandaşı cahil bilir, yukarıdaki hesabı yapamayacak durumda görür ve “Her zaman nasıl olduysa yine öyle olacak!” kuruntusuna kapılır gider.
Ama gerçek hiç mi hiç böyle değildir.
Vakti zamanı gelince her şey ortaya çıkar.
Ağızlar açık kalır.
İki elin arasına alınan baş ile “Eyvah biz ne yaptık!” naraları atılır.
Benden söylemesi...