Bir gece ansızın Esed rejimi dışındaki unsurların, Halep ellerinden kanlı bir biçimde alınmış olan Suriyelilerin, Halep’e dönüşünü kamuoyu beklemiyordu ve bu ani aynı zamanda aşırı hızlı gelişmeler sonrasında da aynı kamuoyu aynı hızda konum aldı. Olacak olan zaten oluyorken konum almanın bir şeyi değiştireceği yok ancak mesele 10 yıldan fazladır Suriye halkının canını yakıyorken bölge dışındaki tuzu kuruların kendi çıkarları doğrultusunda gevşek gevşek yorumlar yapması, Suriye’de öldürülen ve yerinden yurdundan edilen binlerce insan adına oldukça büyük bir utanç.

Suriye’de tek bir unsurdan bahsetmek mümkün değil. Suriye’de çatışan-etkin olan aktörler kabaca şu şekilde; İran, Hizbullah ve Rusya destekli Esed rejimi var ve rejimin tek amacı Esed’in Suriye’yi yönetmesi, bu minvalde, PYD, DEAŞ, HTŞ, SMO ile çatışıyor. SMO ve HTŞ bugün Halep’e birlikte girmiş olsalar da birbirleriyle çatıştıkları dönemler de olmuştu. HTŞ, SMO bugün -en azından öğrenebildiğimiz kadarıyla- doğrudan PYD ile çatışmak istemiyor, “bölgeyi güvenle terk edin” açıklamaları yapsalar da birbirleriyle çatıştıkları dönemler oldu, şimdi de hem ufak çatışmalar var hem de karşı karşıya gelme ihtimalleri var. Bölge içerisinde durum özetle bu şekilde.

Bölge dışı unsurların da Suriye ile ilgili hem planları hem de eylemleri var. Şöyle ki; Türkiye, güvenlik yani Suriye’ye sınırı olması nedeniyle, mülteci sorunu olması nedeniyle bölgeyi yakından takip ediyor, yer yer müdahale ediyor ve bir ülkenin sınırında böyle bir kaos varken yakından takip etmek zorunda. Türkiye’nin Suriye politikası tümden yanlıştır ya da tümden doğrudur diyemeyiz, yanlışı ve doğrusu olan politikalar izledi. Bölge ile herhangi bir işi gücü olmayan ABD ise sırf kendi müdahaleciliğinin hakkını vermek, bir yerden de eksik kalmamak adına bölgeye müdahale etti, Rusya’nın etkinliğini önlemek istedi. Bu minvalde, önce Suriyeli Muhalifleri, henüz ortaya “cihatçılar” denilen örgütler çıkmadan evvel destekledi ve destekleyeceğinin de sözünü verdi. O sırada ABD başkanı ise Obama idi, hatta off the record bir bilgi vereyim Umman’da ABD’liler Suriyeli ılımlı muhaliflerle Esed’e karşı birlikte çalışacaklarına dair sözler verdiler. Ancak bu sözlerin hiçbirisini yerine getirmediler. Rusya stratejik, yayılmacı sebeplerle ve Esed’in daveti nedeniyle rejimi destekledi. İran da zaten bilindiği gibi mezhepçi sebeplerle Esed rejimine destek verdi. Hem de ne destek İsrail, Gazze’yi yakıp ve hatta İran’ı vururken, İran sırf “devrim, mezhep ihracı” nedeniyle İsrail’e vermediği zararın bin katını Suriye’deki “Müslümanlara, çocuklara, sivillere” verdi.

Terör meselesini de elbette es geçmemek gerekiyor. Buna göre; Türkiye, terör örgütü PKK ile bağlantılı gördüğü için PYD’yi terör örgütü olarak kabul ediyor. Ayrıca Türkiye, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu kabusuna dönen Arap Baharı silsilesinden etkilenilerek bir grup ahmak tarafından devrilmesi gereken “diktatör” olarak itham edildi ve aynı ahmak grup tarafından DEAŞ’a, cihatçılara destek vermekle itham edildi. Ki MİT TIR’ları kumpasından da hatırlanacağı üzere bu mesnetsiz ve ayrıca oldukça rezil bir iddiaydı. Türkiye’nin Suriye’nin meşru unsuru olan Suriyeli muhaliflere verdiği meşru destek ise sır değildi ve o dönem şartları açısından da tümden yanlış kabul edilemezdi.

Tabi bir de yeryüzünün lanetlilerinden bir lanet DEAŞ var… Siyah bir bez parçası üzerine “Lailahe illa Allah” yazdıkları bir bayrakları ve “İslam devleti kurdukları” iddiaları dışında İslam’la bir alakaları olmayan; ne Kuran ne de sünnette anladıkları İslam’ın yeri olmayan, yaptıkları tek şey; tekfir ettikleri Müslümanlara savaş açmak, dünya çapında İslamofobiye, “Müslümanlar vahşidir” anlayışına hizmet etmek olan DEAŞ. Kürt kızlarını kaçıran, köle pazarında satan, insanları diri diri yakan, Avrupa’dan kendisine yabancı savaşçıların akın ettiği, Gazze yanarken bırakın İsrail’e savaş açmayı, tek tepki vermeyen, yaptığı ve ettiği sadece ama sadece bölgede ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet eden DEAŞ.

Görüldüğü üzere özetle bölgede durum böyle ancak bu, “görünen, bilinen” kadarı, elbette bilmediklerimiz var ve kimin eli kimin cebinde net olarak bilmek de mümkün değil, bunu da cepte tutalım. Bununla birlikte Suriye ile ilgili ne olacağını söylemek yerine en azından daha önceki tecrübeler göz önünde bulundurularak Suriye konusunda nasıl bir tutum içinde olunması gerektiğine dair birkaç kelam etmek daha doğru olur.

HTŞ, Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgüt. Ancak bugün Halep’te karşımızda “DEAŞ’çı, El-Kaide’ci, cihatçı” diye yaftalanabilecek bir HTŞ yok gibi. Zira HTŞ’nin başındaki isim Colani, El Kaide kökenli, Bağdadi’nin hapishane arkadaşı, daha sonra DEAŞ ile ayrı düşüp, Nusra’yı kurmuş bir isim ve en sonunda da HTŞ’i kurdu. DEAŞ’a karşı açıklamaları var, Batı medyası kendisin “ılımlı cihatçı” diye servis ediyor. Suriye için de olumlu, yapıcı açıklamaları mevcut.

Türkiye’de Suriyeli muhaliflerden yana olanlar, HTŞ ve Suriyeli muhalifler Halep’e birlikte girdiğinden beri kamuoyu nezdinde HTŞ’ye terör örgütüymüş gibi bir muamele etmiyor. Ancak Türkiye kamuoyunda bir tartışma var; PKK destekçileri, DEM Partililer ve Kürt halkının geneli HTŞ’yi “cihatçı” görüyor ve DEAŞ’ın uzantısı olduğunu, Kürtlere yönelik yeniden katliamlar yapacağını, PYD’yi gerileteceğini, Türkiye’nin de buna destek verdiğini iddia ediyor. Karşı tarafta kalanlar ise Halep’in rejiminin elinden alınmasına sevinirken PYD’nin, PKK’nın uzantısı bir terör örgütü olduğunu söylüyor… bir yandan iki kesim de endişeleri konusunda haklı ancak aynı zamanda iki kesim de bu kadar acısı olan bir meselede duyarsızlık, aşırı yorumlar nedeniyle haksız, zira…

Zira, başı sonu belli olmasa da Türkiye’de bir çözüm girişimi var. Bu minvalde PKK’ya, İmralı’ya silah bırak gel, konuşalım deniyor, bu devlet düzeyinde TBMM’de yapılıyor. DEM, DEM seçmeni, Kürt halkı da bu teklife olumlu bakıyor. Ancak PKK gibi varlığını silaha borçlu olan bir örgütün silah bırakması kolay değil, terör örgütünün savaş baronları da ABD’ye, İsrail’e güvenip Avrupa’dan, Kandil’den Kürtlere akıl veriyor. Ve şimdi ise Halep mevzusu üzerinden Kobani olaylarını hatırlatarak Kürtleri korkutuyor. Türkiye ve Suriye sınırları içerisinde bir Kürt devleti kurma hayalleri var. Hayal diyorum zira aynı zamanda Türkiye’yi de rahatsız eden bu temenninin gerçekleşmesi kolay değil dahası bunu, Kürtler için yaptığını iddia edenler, Kürtlere iyilik değil kötülük yapacaklarının farkında değiller, aslında farkındalar ancak hedefleri Kürtler için “yaşanılabilir” bir coğrafya inşa etmek değil kendileri için hükmedecekleri bir coğrafya inşa etmek…

Bu popülizmin beklemediği şeyler ise “şimdilik” -özellikle şimdilik diyorum zira bu bir kehanet meselesi değil- HTŞ’nin, SMO’nun Kürtlerin korkması gereken “cihatçı” yapılar gibi hareket etmiyor oluşu, Suriye halkına “Kürt, Sünni, Türkmen, Hristiyan, Ezidi” kim olursa olsun dokunulmayacağını belirtmeleri, PYD’nin çatışmasız ve silahları ile “güvenlik içinde” belirttikleri bölgelere geçişine izin verileceğini söylemeleri, DEAŞ’a karşı olduklarını belirtmeleri... Ha bu arada PYD-HTŞ arasında ufak çapta gerilim, çatışma vs yok mu var ama bunların hiçbirisi Kürtler için DEAŞ saldırıları gibi vahşi ve kitlesel bir saldırı içermiyor.

Devamla… Türkiye’nin Suriye konusunda sürekli hata yaptığına ve Suriye’deki tüm kaosun sebebi olduğu da iddia edilemez. Zira; Türkiye, Halep’i Türkiye sınırları içinde gösteren birkaç sersemin çizdiği haritaları dikkate almazsak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savundu hatta Devlet Bahçeli altını çize çize kimsenin toprağında gözümüz olmadığını belirtti. Türkiye, dönemin PYD yöneticisi Salih Müslim ile görüştü, son dönem kanlı bıçaklı olduğu Esed ile görüşme talep etti, savaştan kaçan insanlara kapılarını açtı ve tüm bunları iç siyasette kamuoyundan gelecek tepkilere rağmen yaptı. Tabi not düşmekte fayda var, keşke DEAŞ konusunda da Kürtlere saldırıldığında ABD yerine yardıma Türkiye koşmuş olsaydı ve orada Kürt kızlarına saldıran DEAŞ sürüsüne karşı savaşmak, halkını korumak için yollara düşen Kürtler, tümden terörist ilan edilmeseydi, daha doğru olmaz mıydı? Ya da şöyle soralım; DEAŞ bir yerde Türk kızlarını kaçırıp tecavüz ediyor olsaydı, sen oraya halkının kadınlarını kurtarmak üzere gitmez miydin? Bu terör mü yoksa onur mu?

Geçmiş için bir şey yapamayız ama gelecek için elimizdeki imkanlar ile, ne olması gerektiğine dair birkaç şey söylemek gerekirse; Suriye’nin toprak bütünlüğü bozulmadan, Esed katili yargılanıp bir hücreye tıkıldıktan sonra bölge ile pis emelleri dışında alakası olmayan Rusya, ABD-İsrail-DEAŞ, İran şer üçlüsü Suriye’den çıkarılabilirse, Suriye; Kürtler, Sünniler, Nusayriler, Türkmenler için federal yapının olduğu bir yönetime kavuşmalı, demografiyle oynanmadan ve aynı zamanda çok fazla unsura ev sahipliği yapan Suriye’deki Hristiyan ve benzeri farklı inançlara sahip kişi ve grupların hakları da anayasal güvence altına alınarak…

“Bu nasıl pembe bir tablo, bölgede onlarca bileşen varken bilgisayar tuşlarına dokunarak bir masal ülkesi çizmek ne kolay değil mi?” itirazlarını duyar gibiyim… o itirazlara karşı “Peki, sevgili realistler! Suriye için bundan daha iyi bir tablo mümkün mü?” demeden edemeyeceğim zira 11 yıldır sizin üfürmelerinizle Suriye’nin geldiği nokta ortada, acı, savaş, çaresizlik, mültecilik…  acaba artık farklı ve daha ideal yollar mı denense?

Not: Elinde akıllı telefonu ile nargile tüttürürken sosyal medyadan “cihatçılık fantezileri” savunanların, Suriye’de DEAŞ ve benzeri bir “cihatçı” grubun etkin olması ihtimaline yönelik eleştirilerim sonrası tetiklenmeleri için yapılacak bir şey yok. Ancak aklı başında insanların, bunların “cihatçı fantezilerinden” etkilenmemeleri için belirtmek isterim ki; Suudi Arabistan, İran, Afganistan ve benzeri gibi ülkelerde Müslüman kadınlar, “İslam” bahane edilerek temel insani haklarından mahrum bırakılıyor, baskı altında tutuluyor, dekolteye ya da peçeye hapsediliyor. Ancak Müslüman kız kardeşleriniz, Allah’ın kendilerine verdiği hakların farkında, sizin İslam’ı istismar ederek kurduğunuz baskı rejimleri altında ezilmek, Allah’ın kendilerine verdiği haklardan mahrum bırakılmak istemiyor ayrıca sizden korkuyor. Bunu “bizim kızlar sekülerleşti” genişliğiyle değil de ciddiyetle ele alırsanız sadece Müslüman kadınlar adına değil hamisi olduğunuzu iddia ettiğiniz İslam dini adına da hayır işlemiş olursunuz.