Halep’in Esad rejiminden kurtulmasının sevincini, neredeyse Suriye halkından çok ülkece bizler yaşıyoruz günlerdir. İdlib’ de güvenli bir bölge oluşturma gayreti içinde olan devletimiz ve destek verdiği Milli Suriye Ordusu (MSO) eski adıyla ÖSO’nun Halep’i alan grup olarak gösterilmesi, sosyal medyanın ve dijital platformların dezenformasyonda ne denli öncü olduğunu bir kez daha gözler önüne sermekte.
Halep’i Milli Suriye Ordusu değil, MSO’ nun zaman zaman muhalif gruplar olarak birlikte hareket ettiği olsa da, zaman zaman da çatıştıkları bir grup olan ‘Heyet Tahrir eş-Şam’ Kurtuluş Heyeti (HTŞ) aldı.
Şimdi biz, Eski topraklarımız olması hasebiyle, damarlarımızdaki Türk ruhundan yola çıkarak Halep’in, devletimizin desteklediği grupla beraber, rejim güçlerinden temizlediğini varsayarak sosyal medya platformlarında HTŞ’yi, Milli Suriye Ordusu gibi servis etme gayretindeyiz.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’nın, Türkiye’nin bu olaya müdahil olmadığını ve sınır güvenliği için gerekli tedbirlerin alındığını ifade etmesine rağmen.
Şimdi hep birlikte Heyet Tahrir eş-Şam Kurtuluş Heyeti (HTŞ) ‘ni tanıyalım:
Suriye İç Savaşı sırasında ortaya çıkan ve El Kaide bağlantılı grupların birleşmesiyle kurulan ve günümüzde, özellikle İdlib bölgesinde etkin olan HTŞ, Suriye’deki en güçlü silahlı gruplardan biridir.
HTŞ, 28 Ocak 2017’de El Nusra Cephesi’nin liderliğinde, birkaç farklı radikal grubun birleşmesiyle kuruldu. El Kaide’nin Suriye kolu olarak bilinen grup, HTŞ’nin temelini oluşturmuştur.
HTŞ, Suriye rejimine karşı savaşan radikal grupları bir çatı altında toplamak ve askeri etkilerini artırmak amacıyla kurulmuştur.
Başlangıçta El Kaide’ye bağlı olarak faaliyet gösterse de, 2016 yılında El Nusra Cephesi, El Kaide’den ayrıldığını duyurdu. Ancak uluslararasında bu ayrılığın stratejik olduğu düşüncesi hakim.
2019’dan itibaren İdlib’in büyük bir kısmını kontrol etmeye başlayan HTŞ, bu bölgeyi fiili bir yönetim altında tutmaktadır. ‘Kurtuluş Hükümeti’ adı verilen bir sivil yönetim mekanizması oluşturarak kendi otoritesini sağlamlaştırmıştır.
HTŞ, Suriye rejimi başta olmak üzere DEAŞ ve diğer silahlı gruplara karşı da operasyonlar düzenleyerek çatışmaya girmiştir.
Rusya ve Esad rejimi, HTŞ’yi İdlib’deki askeri operasyonların ana hedefi olarak göstererek gruba karşı sürekli operasyonlar düzenlemektedirler.
ABD ve Avrupa ülkeleri de HTŞ’yi, radikal bir tehdit olarak görmektedir. Nitekim, her ne kadar bağlarını kopardıklarını ifade etseler de çıkış kaynakları olan El Kaide, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terör örgütü listesinde yer alıyor. İşte bu sebeple El Kaide ile olan ayrılıkları bir strateji olarak görünüyor.
Türkiye ile HTŞ arasında dolaylı temaslar kurulmuş olsa da, İdlib’ de bir tampon bölge oluşturma gayreti içerisinde olan Türkiye, HTŞ ile ilişkilendirilmeli mi, ilişkilendirmek ne denli doğru olur?
Nitekim HTŞ, 2022 yılında MSO ve Türkiye’nin kontrolündeki Afrin bölgesine girerek askeri bir hamlede bulunmuştu. Türkiye’nin arabuluculuğu sonucu çatışmalar durduruldu ve HTŞ geri çekildi.
HTŞ, kontrol alanını genişletmek için zaman zaman MSO ile çatışmaktan geri durmamıştır.
Türkiye, İdlib’de gözlem noktaları kurmuş ve Astana süreci kapsamında bölgedeki tansiyonu düşürmeye çalışmıştır. Ancak HTŞ’nin bölgedeki kontrolü, Türkiye’nin diplomatik hedefleriyle çelişmektedir.
Türkiye, hem HTŞ, hem de MSO ‘nun faaliyet gösterdiği bölgelerde nüfuz sahibidir. Türkiye, doğrudan HTŞ ile bir çatışmaya girmemekle birlikte MSO ile HTŞ arasında çatışma çıktığında arabuluculuk yapmaktadır.
Yani görüldüğü gibi HTŞ ile MSO arasındaki ilişki, ideolojik farklılıklar, kontrol bölgeleri ve Türkiye’nin arabuluculuğu gibi faktörler nedeniyle karmaşıktır. Türkiye, HTŞ ile MSO arasında büyük çaplı bir çatışmanın önüne geçilmesinde belirleyici olmuştur.
HTŞ, MSO’ ya göre daha radikal bir yapıya sahip olduğu için uluslararası toplum ve Türkiye tarafından sınırlı tutulmaya çalışılmaktadır.
MSO, Türkiye’nin yönlendirmesiyle daha geniş bir koalisyon içinde hareket ederken HTŞ, İdlib’deki tek güç olma iddiasını sürdürmektedir.
Elbette orda rejim güçleri tarafından yaşatılan zulmün son bulmasını ve burada vatan hasreti çekenlerin de bir an evvel güvenli bir şekilde topraklarına geri dönmesini arzularız; ve muhakkak bu tabloyu iyi ve hayra yorumlayarak okumak isteriz, umarız öyle de olur.
Neticede her ihtimali değerlendirmek, ferasetli olmak, geleceği okuyabilmek ve buna göre de tedbir almak durumundayız.
Umarız ki bu yaşananlar, perde arkasında görünmeyen hayallere zemin hazırlamaz.