Zihinsel ve ruhsal gelişim, insanın hayat yolundaki en önemli misyonudur. Dünyaya ilkel dürtülerle gelir, dürtülerimizi ehlileştirerek, kendimizin bir üst versiyonuna geçerek veya geçmek için çaba harcayarak yolu tamamlarız. Tüm bu yolculuğa hayat diyoruz.

Bu yolculuk, içinde acı/tatlı, zor/kolay birçok yaşanmışlığı taşır. Ve tüm bu yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar bizi biz yapan özelliklerimizi oluşturur.

Her insanın hayat yolculuğu, engelleri, sınanmaları, mutlulukları, değer yargıları farklıdır. Tüm bu farklılıklar bizi insan yapar.

Üzücüdür ki insanlar bu farklılıklardan hızlı bir şekilde uzaklaşmaya, birbirinin tekrarı olmaya doğru yöneliyor. Popüler kültür, yaşam şekli dayatmaları, günlük alışkanlıklar artık neredeyse birbirinin tekrâri halini aldı.

Bu benzerlik toplumu, kendi içinde zorlu yarışlara, acımasız rekâbete ve sonuç olarak mutsuzluğa sürüklüyor.

Rekâbet arttıkça insanlar mutsuzlaşıyor. Bitmeyen yarışın yorgun yarışçıları olarak hayat giderek çekilmez bir hâl alıyor.

Sosyal medya maalesef bu yarışı acımasız hale getiren önemli bir etken.

Herkes kendini, bir diğerinin "mutlu" hayatıyla kıyaslıyor, kıyaslamayla daha agresif, saldırgan bir hâl alıyor ne yazık ki. Çünkü "neden bende de olmasın?"

Bu acımasız yarış, kendi bedeninin ve hayatının sınırlarından çıkıp, eşinin, çocuğunun hayatına da sıçrıyor ve domino etkisiyle tüm topluma bulaşıyor.

Kusursuz görünme yarışı, en güzeli olmak, en iyisini giymek, yemek, gezmek. Tüm bu çaba, "ruh" ve "akıl" gerçekliğinden uzaklaştırıp görüntüsü kusursuz ama mutsuzluktan kıvranan, amaçsız insanlara dönen bir toplum oluşturdu ne yazık ki.

Kusursuz vücutların, marka giysilerin altında, anlamlı ilişki kuramayan, hem kendisi hem de hayatındaki insan hakkında fikri olmayan, yüzeysel ilişkilere sıkışıp kalmış insanlar dolu etrafımız.

Doğal olarak da tüm bu etkiler, üretemeyen, anlam bulamayan, tatminsiz insanlar çıkardı. Belki de tarih boyunca insanlık hiç bu kadar geri kalmamıştı. Geri kaldı çünkü, ruhunu ve aklını rafa kaldırıp sadece görüntüsüne ve evindeki eşyalara, arabasının modeline odakladı. Teknolojik olarak belki çok iyi bir yerdeyiz ama ne cümlelerde anlam, ne de bakışlarda derinlik kaldı. Kısacası, sahip olunması gerekenler için savaş verirken, içerde bir yerde acı içinde kıvranan ruha duyarsız kaldık.

Gelişmiş çağın, gelişmiş bireyleri olarak daha fazla gecikmeden seçimimizi yapmak zorundayız. Ya bitmeyen bir yarışta tükenip kaybolacağız ya da ruhumuzu ve beynimizi ortaya çıkararak, hayat yolculuğundaki amaca uygun bir yol çizeceğiz.

Aksi halde, basit duygularımızı bile ifade edebilmek için yapay zekaya bağımlı bir hayat bizi bekler.

Hadi uyan. Nefes al ve devam et.