21 Ağustos günü Diyarbakır’da kaybolan, 19 gün sonra maalesef cansız bedenine ulaşılan Narin Güran olayı tüm ülkeyi öfke, üzüntü ve dehşete sürükledi.

Narin için neredeyse tüm ülke ayağa kalktı. Bu tepkiler sadece Narin’in elim biçimde hayatını kaybetmesine karşı değildi, Narin’in kendi köyünde, kendi ailesi içinde öldürülmesineydi.

Hiç de haksız tepkiler değil hatta az bile…

8 yaşında bir çocuk 20 haneli, sadece akrabalarının yaşadığı bir köyden kayboluyorsa zaten sadece çocuğunun öldürülmesine kahrolmaz, böyle bir gerçeğe lanet edersiniz.

Narin’in kaybolması ve öldürülmüş olarak bulunması sonrası oluşan toplumsal tepki, olaya gösterilen alaka ve devlet kurumlarının yoğun çalışmaları her yerinden kötülük akan bu duruma karşı duyulacak tek teselliydi. Muhabirler günlerce bölgede kaldı, yayın yasağına rağmen yasak uygulanmadı, Jandarma titizlikle gece gündüz arama yaptı. Ama işte hırsız içeriden olunca maalesef kapı kilit tutmadı. 8 yaşında, ceylan gözlü bir çocuğu tüm ülke arayıp onun için gözyaşı dökerken en yakınları onu bir çuval içinde, soğuk ve bulanık sularda bırakabildi, görevini yapmaya çalışan insanlarla birlikte dolanarak belki de onları yanılttı…

Ve sonunda beklenen oldu, Narin’in acı öyküsü herkese ulaştı, henüz neden ve tam olarak kim/kimler tarafından öldürüldü bilemiyoruz ancak kamuoyu ile paylaşılan bir itirafa göre Narin’in amcası, köyden bir akrabalarına çocuğun cansız bedenini “kurtulmak” üzere teslim etmişti, itirafçı olan bu kişi de Narin’in küçücük bedenini, Elif Ba’sını, terliklerini gördüğü halde o minik bedeni alıp yetkililere haber vermesi gerekirken bulanık soğuk sulara bıraktı, bırakabildi, üzerine de ağır bir taşlar koyabildi. Aslında o taşlar, insanın insan yerleri üzerine konulmuş taşlardı, hepimizi boğdu, nasıl boğmasın ki?

Narin’i ararken birtakım eksiklikler de vardı. Narin’i arayan görevliler, ilk başta cinayetin faili, Narin’in amcası ve aynı zamanda köyün muhtarı olan canavarla birlikte arama yürüttü. Sıradan insanlar için hem muhtar hem de amca olan biri fail olarak düşünülemeyeceği için “elbette aile ve muhtar aramalara yardımcı olacak” denilebilir ancak bu tip davaları araştıran, köye “dışarıdan” giriş çıkış olmadığını teknik araştırmalar ile çözebilen görevliler, amca da olsa muhtar da olsa vahşetin “içeriden” gelebileceğini düşünerek bu olaya bakmalıydı.

Çok sayıda yalan ve infial oluşturacak haber sosyal medyada paylaşıldığı için olaya dair yayın yasağı getirilmesi ilk başta doğruydu ancak yayın yasağı yanında yetkililerin daha “şeffaf” biçimde resmi açıklamalar yapması gerekiyordu ancak bunun da gerçekleştiğini söylemek zor. Hatta ilk günlerde gelen umut veren açıklamalar vardı ve bu da oldukça yanlıştı.

Narin acısı sonrası bölgedeki eski hesaplaşmalar ortaya çıktı; Hüda-Par ve DEM Partililer arasında Hizbullah döneminden kalan kavga malum. Narin’in hesabının sorulması gerekirken eski hesaplar ortaya çıktı ve “domuz bağları ve Yasin Börü” kavgası bile konuşuldu. Nasıl konuşulmasın, ülkenin “kapanmamış hesapları” yığınlar halinde ve ilk fırsatta hepsi ortaya dökülüyor ancak şu durumda hiçbir şey Narin’in önüne geçmemeliydi.

Narin’nin ailesinin siyasi bağlantıları olduğu, bir şekilde ailenin ve hatta caninin siyasi bağlantıları nedeniyle “korunmaya çalışıldığı” iddia edildi. Bu iddia da yanlıştı, henüz kimse ne olduğunu bilmiyordu ama bu yanlış iddialarının da alıcısı vardı zira suçlu kişilerin korunması hiç görülmemiş bir olay da değildi. Eğer, suçlunun cezasız kaldığı bir sisteminiz varsa sadece adalete güven azalmaz aynı zamanda suç işleme oranları da hızla artar.

Narin’i önemsiyormuş gibi görünen ancak maksadı İslam karşıtlığı olan istismarcılar da olaya müdahale etti, hemen Kuran kursu ve hocası fail ilan edildi. Bu da maalesef ülke sosyolojisi göz önünde bulundurulduğunda çok şaşırılacak bir durum değildi zira her durum ve şartta İslamofobi konumu alan bir kitle, bu ülkede kök salmış durumda.

Yani, Narin’in kaybının önüne geçmemesi gereken birçok şey Narin’in kaybı önüne geçmeye çalıştı. Oysa hiçbir şeyin Narin’in önüne geçmemesi gerekiyordu. Tek öncelik Narin’in bulunması ve olayın “gerçek” faillerinin bulunup en ağır cezaları almalarının sağlanması olmalıydı. Yine olmadı… umarım bundan sonra olur.

Otopsi raporu, olayın faili olduğu söylenen insan namzeti muhtarın henüz itirafta bulunmaması nedeniyle “net biçimde” melek Narin kim/kimler tarafından niye ve nasıl öldürüldü bilemiyoruz ancak Narin’in kendisine en yakın olanlar tarafından, ailesinden biri ya da birileri tarafından öldürüldüğünü ve tüm köyün, akrabalarından oluşan onlarca kişinin bu kadar elim bir olay sonrası bilerek sustuğunu ya da korkutularak susturulduğunu biliyoruz. Yani bir köy dolusu “insanın”, “gelenekleri, anlayışları, itaat kültürleri” vicdanlarının, merhametlerinin, evlatlarının önüne geçmişti. İşte içine başka hesaplar katılmadan mücadele edilmesi gereken gerçek buydu. Ancak görülmemiş hesapların faturaları bu gerçeği örtmese de gölgelemişti. Mücadele edilmesi gereken ikinci gerçekliğimiz de bu. Maalesef kısmen bu gerçekleri ıskalıyoruz zira olaylara derinlemesine bakmak yerine ya “kendi hesaplarımızı” öncelemeyi ya da ezberlerin peşine düşmeyi yeğliyoruz.

Narin’in canice öldürülmesinin, o ceylana kıyılabilmesinin birçok sebebi var; erkek egemen anlayış, itaat/kabile kültürü, kadınların yok sayılması, suçluların cezasız kalması, feodal anlayış, ilkellik… ama artık kabilenin korunması gerektiğine inanılan ve bu nedenle kolları kırıp yenleri içerisinde bırakma devri bitti. Ancak bu, o kadar kolay bir şey değil; Müslüman, kabileci, aşiret, köylü olmasanız da kadın ve çocuklara yönelik istismarı örten bir sistem maalesef var. O sistem, sadece Diyarbakır’ın bir köyündeki Narin’i korumamak üzerine kurulu değil. Epstein davasını hatırlayın, çocuklara yönelik istismarda adı geçenler, dünyaca ünlü zenginler, Batılılar, kentli ve “medeni” kişiler, bir ülkeyi yönetme kabiliyetine sahip olduğu düşünülen siyasiler, hanedan üyeleri ve hatta kadınlardan oluşuyordu. İsrail’in Gazze’de yaptıklarını hatırlayın, İsrail askerlerinin Filistinlilere tecavüz ettiği ortaya çıkmasına rağmen tecavüzcü İsrail askerleri serbest bırakılsın diye hapishane basıldı ve tecavüzcüler serbest bırakıldı. Gazze’de savaşın içinde değil, Batı Şeria’da yasadışı yerleşim yerlerini protesto ettiği için İsrail askerleri tarafından öldürülen Ayşe Ayça Ezgi’ye, kendi vatandaşına sahip çıkmayan ABD’yi hatırlayın. Hepsi korumakla yükümlü oldukları kişilerin katledilmesine göz yumdu, failleri cezalandırmadı… yani sadece Narin’in köyü tiksinilecek biçimde susmuyor, maalesef güç ve güçlü olan/olduğu düşünülen karşısında “global köy” olan dünya da susuyor. Narin’in için Kürtçe, Ayşe Ayça için Türkçe, Rachel için İngilizce ağlıyoruz. Ancak dillerimiz, dinlerimiz, renklerimiz, coğrafyalarımız farklı olsa da acımız aynı, zalimin kıydığı mazluma ağlıyoruz, en alçakça işlenmiş suçlar karşısında susulmasına ağlıyoruz. O halde şu durumda geri kalana düşen ağlamak ve akabinde başka yerlerde fail aramak olmamalı. Suçlular, gücünü cezasız kalacaklarına inanmalarından ve sessizlikten alıyorken onların en ağır cezaları almaları için konuşmaktan ama konuşurken de olması gereken biçimde konuşmaktan başka çaremiz yok.