"Kırmızı Pazartesi", Gabriel García Márquez'in bir romanıdır ve bu romanda, bir cinayet olayının etrafında gelişen olaylar anlatılmaktadır. Roman, cinayetin işlenmeden önceki günlerdeki olayları ve toplumun bu cinayete olan tepkisini ele alır.

Hikaye, Santiago Nasar adında bir gencin, bir sabah kasabanın meydanında öldürülmesi üzerine kurulurdur.

Roman, cinayet günü olan ‘’Kırmızı Pazartesi’’de yaşananları ve olayların nasıl geliştiğini anlatırken, kasaba halkının bu cinayeti önceden bildiğini, ancak kimsenin müdahale etmediğini gösterir. Herkes cinayetin olacağını bilmesine rağmen ya kayıtsız kalır, ya da Santiago’yu korumak için bir şey yapmaz.

Yani sonuç olarak ‘’Kırmızı Pazartesi’’, bir cinayet hikayesinden öte, insan doğası ve toplumsal yapı üzerine düşündüren ve toplumun kolektif sorumluluğunu sorgulayan bir eserdir.

Olayların nedenleri, gerçekleşme şekilleri, kişiler ve karakterler elbette değişebilir, lakin olayın meydana geldiği toplumların duyarsızlığı sosyolojik ve psikolojik olarak aynı bağlamdadır.

Halkın olaylara karşı duyarsızlığı, Felsefe ve Psikoloji’de ‘’Genovese Sendromu’’ olarak adlandırılır. Bildiğiniz gibi Genovese, olaylara seyirci kalma psikolojisidir. Üzerimize düşen bir işi ya da görevi; ‘’benden başka insanlara da var, onlar yapsın’’ düşüncesi ile yapmamak, yerine getirmemek anlamına gelir.

Bugünkü yazımda, toplumsal bir yara olan ‘’kaybolan ve cinayetle ortaya çıkan’’ çocuklarımıza odaklanmak istedim.

Son yıllarda ülkemizde kaybolan çocuklar ve ardından gelen cinayet haberleri, toplumun her kesiminde derin bir üzüntü ve endişeyi beraberinde getirmektedir. Her bir kayboluş, sadece o çocuğun yakınlarında değil, tüm toplumu etkileyen bir travmaya dönüşmektedir.

Kaybolan çocukların sayısındaki artış, toplumumuzda güvenlik sorununun varlığını gözler önüne sermekle birlikte, çocukların birinci dereceden yakınları tarafından istismar edilip öldürülmesi de nasıl bir sapkın topluma sahip olduğumuzu gözler önüne sermektedir.

Herkes anne, baba, dayı, hala, teyze, amca ve kardeş…

Dil varmıyor gerçekleri söylemeye, yürek dayanmıyor olanları kabul etmeye ve vicdan hiç rahat değil bu sapkınların aramızda timsah göz yaşları ile dolaşabilmesinde.

Çocuklarımızı kimden nasıl korumamız gerektiğini bilmiyoruz, artık toplum olarak birbirimize olan güveni kaybettiğimiz gibi, hayvansal güdülerin tetiklediği yanı başımızdaki insanları ayırt edemiyoruz.

Göz bebeğimiz çocuklarımızın güvenli bir ortamda büyümesi elbette ki sadece biz ailelerin değil, devletin ve toplumun da sorumluluğundadır.

Bugün Narin’in özelinde Müslime, Leyla, Ceylin, Ecrin, Irmak, İkra ve daha adını sayamadığım niceleri…

Gözünün içine bakmaya kıyamadığımız nicelerinin kıyıldı canına..

Devletin, bu azgın ve sapkın aşağılık varlıklara karşı cezai yaptırımı o kadar ağır olmalı ki, bu istismarı ve cinayeti işleyen birinin akibeti, diğer müteşebbislere örnek teşkil etmeli.

Herkesin öfkesinin kendini aşmış olduğu şu anda, bu ve benzeri konularda ne kadar da özlemle istiyoruz gerçek adaletin tecelli etmesini değil mi ? Nasıl da hissediyoruz eksikliğini. ‘’Kısasta sizin için hayat vardır’’ ayetinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlamış oluyoruz bu acı tecrübeler ile.

Çocukların kaybolması ve cinayetlere kurban gitmesi, hukukun yetersiz kaldığı ve sorumlulukların yerine getirilmediğini göstermekten öteye geçmiyor ne yazık ki.

Toplumda çocuk istismarı ve kaybolma vakaları hakkında farkındalık oluşturmak için başta medya olmak üzere Sivil Toplum Kuruluşları ve okullarda çeşitli kampanyalar düzenlenmeli.

Örneğin medya, kaybolan çocuklar konusunu ele alırken bunu sadece bir haber olarak sunmak yerine, çocukların korunması için gerekli önlemler hakkında toplumda bilinç sağlayacak şekilde farkındalık ortaya koymalıdır.

Emniyet ve güvenlik verilerine göre sadece 2015 ve 2020 yılları arasında, kayıp ihbarı olarak 83 binin üzerinde çok korkunç bir rakam ortaya çıkıyor. Tabi bunların kaçı kayıp olarak kaldı, kaçı istismar ve cinayete kurban gitti bilemiyoruz.

Kaybolan çocuklar ve cinayetler sadece bir istatistik veri değil, her biri birer yaşam hikayesidir. Allah yaşatmasın elbette ancak insan olmanın gereği empati yaparak, bu gözle bakmalı ve konuya öyle dahil olmalıyız.

Unutmamalıyız ki bu konuda atılacak adımlar sadece çocuklarımızın güvenliğini sağlamakla kalmayarak, aynı zamanda toplumsal huzuru da artıracaktır.

Bir an evvel yargının bu konuda içimizi bir nebze soğutacak adımlar atması ve bizlerinde tolumca Genovese sendromundan çıkarak ve yaralarımızı sararak çocuklarımızın güvenli bir geleceğe sahip olması için çalışmalıyız.

Çocuk istismarı görünmez olmasın; hep birlikte dur diyelim.

Selam ve dua ile…