Türkiye’de darbeler döneminde askerin gölge bir iktidar olduğu zamanlarda da demokrasiye yaklaşıldığı zamanlarda da egemenliğin milletin elinde olduğu dönemlerde de hep güvenlikçi, militarist, milli güvenlik ve ulusal sınırların tehlikede olduğu savı üzerinden bir siyasi paradigma oluşturuldu. Bu paradigmayı oluşturanlar, toplumun bir kesimini de sürekli olarak sınırların tehlikede, ulusal güvenliğin riskli durumda olduğuna inandırdı.

AK Parti’nin ilk döneminde ortaya koyduğu ileri demokrasi hedefleri, Türkiye siyasetine getirdiği liberal çizgi ülkedeki bu korku atmosferini değiştirdi ancak AK Parti ikinci döneminde tekrar güvenlikçi politikalara, Türkiye’nin klasik paradigmasına geri döndü. Müttefiki MHP ile her meseleyi beka sorunu yaptı ve geçmişte kaldığını zannettiğimiz korkularımız geri döndü.

Çözüm süreci dönemini hatırlayalım… AB’ye giriş kriterleri ile çözüm süreci destekleniyordu ancak Batı da yek pare bir yapı olmadığı için bir yandan Türkiye’nin sorunlarını çözmüş, güçlü bir müttefik olmasını isteyen AB ülkeleri, Obama gibi ABD başkanlar vardı ancak aynı zamanda Türkiye’nin sorunlarını tümden çözmesini istemeyen, o kadar da sorunsuz olmasını doğru bulmayan AB ülkeleri ve ABD’li yöneticiler de vardı. Sadece Türkiye için değil Ortadoğu için de bu böyleydi; Arap Baharı, diktatör yönetimlerin Batı tarafından desteklenmesiyle kara kışa döndü. Türkiye’de de Türkiye’nin kendi içerisinden kaynaklanan korku ile rejim değiştirmeye çalışan serinleri, derinleri, içine kaç tane istihbarat örgütünün sızdığını bilmediğimiz FETÖ, çözüm sürecinin seyrini Suriye Savaşı ile birlikte çözümsüzlüğe çevirmek isteyen dış güçler, yer yer o dış güçlere güvenen çözüm süreci muhatapları, Gezi süreci vardı. Tüm bunlar ülkede azımsanmayacak bir kaos oluşturduğunda da iktidar, demokratik açılımlar ve benzeri iyileştirmeleri bir kenara bıraktı ve güvenlikçi, korkutucu söylemleri geri çağırdı. Bu konuda iktidarın tümden haksız, tümden pragmatik olduğunu düşünmüyorum zira Gezi sürecinde Batılı basını takip edenler dış güçlerin hiç de öyle masal olmadığını gayet iyi biliyor. Ancak bu korkutma stratejisi kısa vadede çok karlı sonuçlar vermeye başlayınca bu kez her olay bir asır öncesindeki gibi “iç ve dış mihraklara” bağlandı. İktidar her ağzını açtığında toplumu dış güçlerle korkuttu, tabi meselenin en içerden tezahürünü de Kürt meselesi üzerinde gördük.

Şu durumda tüm taraflar kısmen haklı ve aynı zamanda tüm taraflar kısmen hatalı. Zira DEAŞ, Kürtlere saldırdığında, Türkiye kendi iç terör meselesi varken, PKK’nın uzantısı kabul ettiği YPG ve çevresine destek vermedi. Kürtler içerisinden çözüm sürecini destekleyenler olduğu kadar Kandil gibi çözüme karşı, silah bırakmayı reddedenler de vardı ve DEAŞ’ın Kürtlere yaptığı katliam, PKK’nın çözüm istemeyen şahinleri tarafından “Katliama uğradık, bize kimse yardım etmedi, hatta DEAŞ, İslamcı teröristler Türkiye ile birlikte çalışıyor” propagandası işletildi ve bölge ile sınırı dahi olmayan ABD, DEAŞ saldırıları üzerinden Suriye’deki Kürt unsurlara silah verip müttefik ilan edince Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürt meselesi de sınırları içerisindeki Kürt meselesi de çözümden oldukça uzağa fırlatıldı. Yani özetle çözüm içeriden ve dışarıdan unsurlar sayesinde yarım bırakıldı, sabote edildi… tabi bu süreçte FETÖ girişimiyle çözüme giden yolların infilak ettirilmesi için MİT TIR’ları kumpasları kuruldu. Sonrasında hendek olayları derken bazı Türkler için ABD, FETÖ, PKK, YPG el birliği ile Türkiye’yi bölmeyi çalışıyor iddiaları inanılacak kadar gerçeğe yakın bir hale geldi, haklı değiller ama tümden haksız olduklarını da düşünmüyorum. Bazı Kürtlere ise Türkiye ile çözüme oturmaktansa ABD ile ittifak kurmak daha cazip geldi, pragmatik bir tercih ama ABD’nin ilk tümsekte daha karlı bir anlaşma için kendilerini kolayca satabileceğini hesaba katmıyorlar.

Neyse… şimdi başlıkta da belirttiğim gibi milli güvenlik, ulusal sınırlar ve Kürtlerin anadili Kürtçe ne alaka denilebilir, bence de alakasız ancak bazıları için Kürtlerin evleri ve özel hayatları dışında Kürtçe konuşması, yazması ülkenin milli güvenliği için tehlike arz ediyor ve yerden, tabeladan Kürtçe ifadeler kalkmalı. Onlara göre Kürtçe ifadeler kalkınca milli güvenlikle ilgili riskler de ortadan kalkacak… Pembeyi çok sevdiği için tüm evini pembeye boyayan 75 yaşındaki Ispartalı Sakine teyzenin evi bile bu düşünce kadar pembe değil!

Bir ülkede bu kadar sorun varsa, bu sorunlar dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya taşıyorsa, dışarıdan müdahale varsa insanların karşısına geçip herhangi bir güvenlik tehdidi yok, yatın uyuyun diyemezsiniz. Ama aynı zamanda her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin milli güvenliğiyle ilgili riskler var diye 15-20 milyon Kürt vatandaşı olan bir ülkede Kürtçe’yi kontrol altında tutup sınırlayamaz, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, Kürt diye bir ırk, bir millet, Kürtçe diye bir dil yok” diyerek milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını yok sayamazsınız, “Kürtçe televizyon açtık, daha ne istiyorsunuz” diyerek meseleyi yok sayamazsınız.

Yani, Türkiye’nin hiçbir milli güvenlik sorunu yok, ulusal sınırlarla ilgili hiç risk yok denilemez ancak 15-20 milyon Kürt vatandaşı olan bir ülkede her ülkenin olduğu kadar güvenlik sorunu var diye bu güvenlik sorunları bazen yükseliş gösteriyor diye Kürtlerin düğünlerindeki şarkıları, halayları kontrol altında tutmak, Kürtçe’yi ve Kürtleri yok saymak, zembereğinden boşalmış gibi Kürt karşıtı ırkçılık yapmak olmaz. Amedspor’u, DEM Parti’yi kapatmak önerilmez. Zira bunlar güvenlik risklerini azaltmaz aksine arttırır, Kürt milliyetçiliğini, toplumsal ayrışmayı arttırır. Ve bunun önüne geçmek de öyle zor bir durum değil; TFF Başkanı, Diyarbakır valisi, Diyarbakır Belediye Başkanı birlikte Amedspor maçı izleyip birlikte yemek yiyince ülke bölünmez, aksine birleşir.

Hülasa, birileri çıkıp Kürtçe anadili, milli güvenlik sorunu haline getirmedikçe, Kürtçe ile milli güvenliğin, ulusal sınırların bir alakası olmaz. Sabahtan akşama kadar Kürtleri ve Kürtçeyi milli güvenlik endişesi bahanesiyle hedef aldıktan yani milli güvenlik meselesi haline girdikten sonra yani ülkeyi gerip, bölmeye yöneldikten sonra size çıkıp “Ben Kürt’üm ve dilim Kürtçe/ Ez Kurdim Zimane Min Kurdiye” diyen Kürtlere ve haklı olarak onlara destek veren Türklere terörist, bölücü, ortalığı karıştırıyorsun diyemezsiniz. Zira bu ülkede yasaklandığı dönemde bile Kürtler, hiçbir milletin geçmeyeceği gibi kendi dillerinden vazgeçmediler ancak bir süredir Kürtler ve Kürtçe “birileri” tarafından sistematik biçimde hedef alınıyor, sosyal medyada bu daha çukur bir biçimde yapılıyor ve bu nefret söylemleri engellenmiyor. Dolayısıyla yıllardır bu coğrafyada Kürtler, Kürtçe konuştuğu için bölünmedik ama Kürtçeyi bilinçli biçimde hedef alanların bölücülüğü ve meseleyi terörize etmeleri, ülkeyi bölemese de gerer, yorar, ayrıştırır, dolayısıyla bir milli güvenlik endişesi varsa bunun Kürtçe’den değil Kürtçe’yi hedef alan kesimden kaynaklanması daha olasıdır.