Türkiye’deki laiklik tartışmaları Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Sizin laiklikten anladığınız şey şu; 1940'lı yılları hatırlayın, camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur'an-ı Kerim öğrenmesini yasaklamak. Siz bunları laikliğin gereği olarak yaptınız. O zaman sizin laiklikten anladığınız şey ile benim laiklikten anladığım şey aynı değil. Ben laiklikten bütün vatandaşların, hangi dine inanırlarsa inansınlar dini inanç ve ibadet hürriyetinin devlet garantisi altına alınmasını anlıyorum. Sen laiklikten, Müslümanların inanç özgürlüğünün prangalar altına alınmasını, yasaklamasını anlıyorsun. Kendi icat ettiğin bir laikliği bana dayatıyorsun. Bu olmaz.” açıklamalarıyla başlamadı ve bu tartışma da son tartışma olmayacak.
Türkiye laik bir devlet olarak kurulurken din ve vicdan hürriyetini garanti altına alan, daha çok ABD laiklik modeli olarak bilinen kapsayıcı laiklik modeli değil Fransa tipi laiklik olan dışlayıcı laiklik modeli esas alındı. Aslında sorun da laiklikten değil buradan çıkıyor, yani sorun laiklik değil, laikliğin modeli ve uygulama biçimi.
Müslümanlardan oluşan, din ve devlet arasında yoğun ilişki olan bir gelenekten gelen bir topluma masa başında alınan tekke ve zaviyeleri kapatma, giyim kuşamı değiştirme kararlarını hiçbir uyum süreci olmadan, üstelik İstiklal Mahkemeleri gibi tartışmalı mahkemelerin gölgesinde hızlı ve zorunlu bir biçimde dayatırsanız ve aynı zamanda o toplumun manevi değerlerini, yönetim anlayışın, yöneticilerini, Osmanlı’dan gelen köklü tarihini yok sayarsanız ve yererseniz olacak olan budur; bir asır sonra bile bu yanlış uygulamalara dönük tartışmalar.
Dışlayıcı ve otoriter dahi olsa laikliğin hiç mi iyi etkisi yok? Hayır, elbette var. İslam tektir ancak bölgeye, geleneğe ve birçok etkene bağlı olarak birden Müslümanlık modeli vardır. Türkiye’de de her ne kadar laikliğin modeli ve uygulanması problemli olsa dahi radikalleşmeyen, aşırılaşmayan, olumlu anlamda modernleşebilen, kadınların eğitim ve çalışma hayatına katılabildiği, kişi kültüne bağlı İslam’la alakası olmayan yapıların devlet ve toplum düzeni kurması ve benzer birçok problemin önüne geçtiği için Türkiye’de laikliğin iyi yönleri vardır ancak bu, dışlayıcılık problemlerini engelleyecek kadar olumlu etkilere sahip değildir.
Bakan Tekin’in konuşmalarına bakarsanız zaten laikliğe karşı bir söylemi ve tavrı olmadığını görürsünüz, eleştirdiği laiklik değil laiklik adı altındaki sorunlu uygulamalardır.
Şöyle itirazlar gelebilir; camilerin ahır olduğu gerçek değil, Kuran öğretilmesi yasaklanmadı...
O zaman başka yerden sorayım...
Çok değil bundan yaklaşık 25-30 yıl önce, sadece ama sadece Refah Partisi iktidara geldi diye görevi aslında ülkenin sınırlarını korumak olan bazı askerler “İrtica terörden daha tehlikeli” diyerek, sermayedarları, medyayı arkasına alıp “laikliği koruma” adı altında bu ülkede silahsız darbe yapmadı mı?
Seçilmiş hükümeti düşürmedi mi?
Ülkedeki kadınların yaklaşık olarak %50’si başörtülüyken o kadınların başını zorla açtırmaya, eğitim ve çalışma haklarını kısıtlamaya kalkmadı mı?
Sabahtan akşama kadar “Atatürk kadınlara seçme seçilme hakkını verdi, bir adamın dördüncü eşi olmaktan kurtardı” şeklinde açıklama yaparken, 28 Şubat’ta o kadınların kaderi, bazı paşaların ağzından çıkan üç beş kelimeye hapsedilip, tüm seçme ve seçilme hakları ellerinden alınmadı mı?
“Hadi başımı açayım” diyen kadınların önünü kesmek için “Sen İHL mezunusun üniversite sınavında 50-70 puanını kırarım, İlahiyat fakültelerinde de 50-70 adet kontenjan açarım da okuyamazsın” denildiğini biliyor musunuz?
Tüm bunlar olurken, bugün Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un da arkasından saygı duruşu sırasına girdiği Muazzez İlmiye Çığ gibi aslında akademik kariyeri olmadığı halde akademisyen, aydın olarak tanımlanan kişinin, kadın cinselliğini aşağılayan eril bir dil ve İslam karşıtı ilkel bir dil kullanarak, başörtülü kadınları fahişelik üzerinden tanımladığını biliyor musunuz? Allah’tan başörtülülere sadece hakaret etmiş, “devrimci tutuklular” üzerinde ilkelliğini daha ileri götürerek “bilimsel deneyler” yapılırken oradaymış. Bilimde neden bu kadar ilerlediğimiz de böylece anlaşılıyor, öyle değil mi?
Madalyonun diğer yüzü; laikliğimiz problemli de dindarlığımız değil mi?
Evet şüphesiz, laikliğimiz problemli. Peki ya dindarlığımız?
Sn Tekin’in bakanı olduğu iktidar, yani dün tabanını oluşturan dindarlara zulmedilen bir AK Parti iktidarı, dine referans vererek siyaset yapan AK Parti iktidarın uygulamaları problemli değil mi?
Ülkede iktidar tarafından yürürlüğe konulan, daha sonra kaldırılacağı söylenen ancak kaldırılmayan, Türkiye gençlerinin umutlarını, yaşam enerjilerini sömüren “mülakat sistemi” gibi bir sistem var. Her mülakat döneminde emekleri zayi edilmiş, sınavlarda en yüksek puanları aldığı halde mülakat ile elenen gençlerin gözyaşlarına, isyanlarına ve hatta bazen intiharlarına şahit olurken, ehliyet ve liyakat ağır yara alırken, zorunlu laiklik kadar hakka giren bir dindarlık modeli karşımıza çıkmıyor mu?
Peki, yarın biri karşımıza çıkıp “Sizin dindarlıktan anladığınız mülakat ile insanların haklarına girmek, benim ise dinden anladığım hakkı sahibine teslim etmektir” dese, o kişiye ne cevap vereceğiz?