Gün geçmiyor ki dinin ne olduğuyla ilgili şaşırtıcı bir din anlatım metoduna dair tuhaf bir video ile karşılaşmayalım…

Hayır, sadece İslam ile ilişkisinin sakal ve cübbeden fazlası olup olmadığını bilmediğimiz kişilerin, huri, gılmandan girip cennet ve cinsellik arasında sık sık bağ kurmasından ya da kadınları örtmenin erkeklerin nefislerini koruması için gerekli olduğundan bahsetmesinin İslam kaynaklı vaaz olduğunu iddia etmesinden bahsetmiyorum. Ve ayrıca bu konuları “takıntı” haline getiren kişilerden de bahsetmiyorum. Bahsettiklerim bir sorun olsa da teşbih ve analoji üzerinden din anlatımı yapanların, iyi niyetle çıktıkları yolda vardıkları noktanın maksatlarının tam aksi yönüne varması.

Herhangi bir konuda bilenlerin, bilmeyenlere aktarım yapması sadece bilginin aktarımı değildir. Muhatabın anlama özellikleri, bilgi düzeyi de göze alınır. Mesela bu nedenle öğretmenlik yapmak isteyenler için pedagojik formasyon eğitimi zorunludur. Ve kendimden yola çıkacak olursam, eğitim seviyem ne olursa olsun, benim, ilköğretim çağındaki çocuklara din anlatmam doğru olmaz zira onların anlama, somut-soyut ayrımı şeklindeki seviyelerini bilmiyorum.

Ancak ve maalesef Türkiye’de din eğitim ve öğretiminde durum böyle olmuyor. Fırsatını bulan bir şeyler yumurtluyor, ister sizi camide namaz sonrası yakalasın, ister taziye ziyaretinde yakalasın, bilip bilmeden, çoğunlukla da uydurma olan fantastik anlatımları bir bir sıralıyor, tabi bu arada sizin İlahiyat doktoru, profesörü falan olmanız da kendilerini engellemiyor. Çünkü Türkiye’de dindar kesim uzun yıllar çağ dışı, cahil, yobaz olmakla itham edildi. Ve bilgi sahibi olmak normal bir şey olmasına rağmen dindar kesimde genellikle bir olağan üstü muamele görüyor. Böyle olunca da din konusunda isabetli/doğru olup olmadığını bilmeden iki üç şey “bilen” kişi hemen “bak ben biliyorum, cahil değilim” travmasıyla ilk bulduğu yerde, ilk bulduğu muhataba bir şeyler anlatıyor. Sonra bu kimselerin devirdikleri çamları yerine koymak için İlahiyat kadrolarını göreve çağırıyoruz. İşin yoksa uğraş dur.

Din, soyut bir olgu ve kabul edelim ya da etmeyelim, dindar olalım olmayalım, hepimiz pozitivist bir eğitimden geçtik. Dolayısıyla soyut olanla bağımız, somut olanla olan bağımızdan daha gevşek. Bu nedenle soyut bir olgu olan dini, daha anlaşılır hale getirmek için somutlaştırıyoruz zaten hatanın büyüğü de burada yapılıyor. Sonuçta, soyutu, somut olana dönüştürürken tuhaf bir din anlatımı üretiyoruz. Ve bu kez de dinin o boşaltılan manevi yönü eksik kaldığı için soyut, manevi anlatım ithal ediyoruz ve artık oradan sonra film kopuyor; uçan kaçan, rüya ile amel eden, fantastik bir din anlayışı icat ediyoruz. Dolayısıyla teşbihler falan da sorunlu oluyor.

Şöyle örnekleyebiliriz; dini, cennet ve cehennem gibi iki “ödül-ceza” kavramı üzerinden anlatmaya çalışıyoruz. Yakın zamanda bir videoda izlediğim gibi; “Virüs salgını dönemi iki hafta evde kalmamız söylendi, bu esaretti ama sonunda sağlık için bir olumlu durum gelişeceği için buna bir esaret olarak bakmadık. Örtü de işte öyle. Wouaw!” Bu anlatım, örtünün gerekliliğini vurgularken maalesef örtü esarettir demekten başka bir şey değil. Dahası bu anlatım, -haşa ve haşa- Allah’ı, narsist, kendine iman eden kullarını esaret altında tutan bir yaratıcı olarak resmetmektir. Diğer yandan samimiyetle inanmış kulları da pragmatist, cennet için ileriye yatırım yapan, kar-zarar hesabı güden bir pozisyona itmektir. Ve bu tekil bir örnek değil, videoda bahsi geçen kişileri eleştirmekle de çözülmez, bunu yakın bir örnek olduğu için verdim ama böyle yüzlerce örnek var, dolayısıyla bahsi geçen videodaki kız kardeşlerimi hedef almak gibi bir niyetim yok. Zaten benzer hataları, bir İlahiyatlı olarak kendim de yapıyorum. Çuvaldızın ilk hedefi kendimim… Ve bu yöntem kim tercih ederse etsin yanlış. Dolayısıyla bunu terk etmek gerekiyor.

Hiç ayrım yapmadan kendimden örnekleyeyim… yıllar evvel, İslami ilimler öğrenmeye çalışıyoruz, bir şey öğrendik sanıyoruz. Neyse efendim, ben rahmetli babaanneme “Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin Hz. Ebu Bekir’e gelip, Rasulullah (SAV)’in mirasını istediklerini anlattım. Kadın şok yaşadı ve dedi ki “Deme kız yapmazlar!” Çünkü ona sahabe insan üstü bir varlık olarak anlatıldı, gayet insani bir durumu sahabeye, ehli beyte yakıştıramıyorlar. Oysa bu durum garip değil normal bir durum. Aynı mesele abartılı anlatımda da var, ensar-muhacir kardeşliğinin kuvvetini anlatmak için kullanılan şu uydurma rivayet; “Ensar, her şeyini muhacir kardeşlerine verdi, hatta eşlerinden dilediğini de alabileceğini söyledi.” Allah aşkına böyle bir şey olabilir mi? Biri de çıkıp demedi ki, “Kim karısını verir? Hadi verdi, hangi Müslüman din kardeşinin eşini alır?” (Allah razı olsun, bize İlahiyat’ta İslam tarihi hocalarımız dedi.) Şimdi bu iş mi? E sen bu uydurma rivayetleri ballandıra ballandıra anlatırsan, Diamond’u, Gold’u, Premium deisti de gelir sana “Din dediğin bu mu, bu nedir?” der yetmez bir de bakar ki uydurmak serbest birkaç rivayet de kendisi uydurur ondan sonra topla toplayabilirsen, günlerdir uğraşıyoruz işte… Allah’tan bir kelamcı, bir hadisçi hocamız çıktı da kısmen atlattık.

Dünün dünyası farklıydı… Büyüklerimiz, bizler dini eğitim aldığımız için bize bir şey sorarlardı, anlatırdık, iman ederlerdi, inanırlardı, dünyalarında sorgulama yoktu. Ama bugünün insanı farklı, kaynak ne diyor, kaynağı İslam dediğin aynı bilgi Tora’da da var, putperest halklarda da var diyor. Senin kaynaklarınla dalga geçiyor ama kendi kaynağı da Hz. Google, yani bilgi çöplüğü… Ve sen muhatabın kadar rahat değilsin zira onun olayı basit, reddet geç. Oysa senin ağzından çıkan şeylerin kaynağı, tutarlılığı, ikna ediciliği olmak zorunda. Ve bu işte ehil değilsen o alana girme zira dini anlatmaya çıktığın yolda kendini dini tutarsız bir hale getirirken buluyorsun, buluyoruz, olmaz, olduysa da olmamalı.

Tüm tarikatları, dini grupları kastetmiyorum ancak bu “uydurma rivayet” meseleleri genellikle bazı tarikatlar ve dini gruplardan çıkıyor. Dine karşı olan kesim için de “çocuk yaşta evlilik, kadının dövülmesi” gibi konular, uydurma rivayetler aranan kan, Isıtıp ısıtıp getiriyorlar. Eleştirilebilir ve içinde sahih olmayan rivayetler de olan Kütüb-i Sitte’ye “içinde asla sahih olmayan rivayet yok” muamelesi yapan “dindarlar” ve garip gelse de o “dindarlar” ile “selefilik” babında aynı noktada bulunan yani “Buhari’de asla uydurma rivayet yok” diyen atesit, deist, agnostikler de kendi aralarında top çeviriyor. Doğru okudunuz, uydurma rivayetlerin sahihliği noktasında şeriatçısı da ateisti de aynı noktada. Ve bu iki kaynaksız grubun arasında din anlatımı yapılmaya çalışılıyor. Aslında sorun dinden değil bu iki kaynaksız kesimden kaynaklanıyor. Ama faturayı din ödüyor. Oysa kazın ayağı öyle değil. Örneğin, Buhari kendisi bile bab başlıklarında sıhhati sorunlu hadisleri, mevcut hadisleri desteklemek için aldığını söylüyor. Dahası hadis konusunda bir hadis sadece sahih ve sahih değil şeklinde değerlendirilmez. Bir sürü sıhhat derecesi var. Dahası hadisler ele alınırken ravilere bakılmış, yine birçok güvenilirlik derecesi olan raviler üzerinden rivayetler sahih kabul edilmiştir. Hadis metnine her daim bakılmamıştır. Oysa bir hadis iki çerçeveden oluşur; ravilerin sahihliği, metnin sahihliği, ikisinin de sahih olması gerekir. Bunları bilmeyip, sahihi uydurmayı birbirine karıştırmaktan maksat nedir? Bu kadar anlaşılır bir bilgiyi bile bilmiyor ve bilenler anlattığında ise göz ardı ediyorsanız, bu art niyet ve cehaletle din tartışmasına soyunmanın sebebi nedir?

Bu iş böyle olmaz, olduysa da olmamalı. Bu nedenle din eğitim ve öğretimi noktasında yanlış metot seçenleri, yanlış metotlarla kavga edenleri baş başa bırakma ve sonra “din elden gidiyor” diye ağlama lüksümüz olmadığı için önce İlahiyatları tekfir edenleri şöyle bir sahneden alıp sonra birkaç istisna hariç din eğitimini olması gerektiği gibi alıp, olması gerektiği gibi veren İlahiyatlılarımızı sahneye alıp, düşüncesini söyleyen insanlara soruşturma açmadan, ölümle tehdit etmeden, dinin konuşulması gereken bir şey olduğunu konuşarak anlatmak zorundayız. Bu işin başka yolu yok, varsa da bilen söylesin öylesini yapalım!