Normal şartlarda bu haftaki yazımda, biraz da yüksek lisansımı Ortadoğu siyasi tarihi ve uluslararası ilişkileri üzerine yapmış olmanın etkisiyle, İsrail’in Lübnan’daki BM üsleri dahil saldırıları ve Türkiye’nin iktidar ve muhalefetinin bölgedeki gelişmeleri doğru okuyarak Kürt meselesiyle ilgili attıkları adımları yazacaktım. Ancak geçtiğimiz günlerde öyle bir katliam yaşandı ki önceliği üzerine ihtisas yapmadığım sadece insan olarak sorumluluk hissettiğim ağzı dili olmayan, biz insanlara emanet olan hayvanlara vermeyi daha uygun gördüm.

 “Güvenli sokaklar istiyoruz” bahanesiyle hayvanları katletmeye müsaade eden bir yasa maalesef çıktı. “Hayvan katliamı yasası” ifadesi sadece hayvanseverlerin kullandığı, yasayı eleştirmek için seçilen bir ifade değil zira yasadan sonra hayvanlara yönelik toplu katliamlar oldu; bıçakla köpek öldürme, silahla hayvan vurma, kedileri topluca zehirleme, hayvanları ağızlarını bağlayıp çuvala koyarak ölüme terk etme, hatta canlı canlı gömme gibi çeşitli vahşeti, yasaya uyarak değil yasadan yüz bularak hiç de çekinmeden yaptılar. Bu katliamların bazıları bireysel bazıları ise kurumsal olarak gerçekleşti.

Son olarak Gebze Belediyesi’nin hayvan barınağında hayvanların nasıl katledildiğine dair görüntüler kelimenin tam anlamıyla gündeme bomba gibi düştü, çok sayıda kedi ve köpek ve hatta kedi yavruları öldürülmüştü. Görüntüler, gerçekten dayanılır gibi değildi. En acı olan da bir süre sonra kendisini zehirleyecek olan “insana” kuyruğunu sallayarak sevgi gösterisinde bulunan köpeğin masumiyetiydi. Böyle bi vahşeti kim, nasıl yapar sorusunu sormuyorum, öyle bir soru zaten yok ancak böyle bir vahşete nasıl sebep olunur, nasıl imkan tanınır ve hatta nasıl savunma yapılır; anlamak mümkün değil ama yapanlar var. Mesela Gebze Belediye Başkanı…

Neler olmuştu?

Önce Gebze Belediyesi Sokak Hayvanları Rehabilitasyon Merkezi’nin önündeki çöp konteynırında iğne ile uyutulmuş çok sayıda hayvan bulunduğu belirtildi. Akabinde birçok hayvansever merkeze gitti. Oluşan infial üzerine Gebze Belediye Başkanı Büyükgöz, "Sosyal medyaya yansıyan görüntüler, rehabilitasyon merkezimize ansızın giren bir grup insanın gömülmek üzere bekletilen hayvanların cesetlerini ortaya saçması sonucu ortaya çıkmıştır" açıklaması yaptı.

Henüz olaylarla ilgili tepkiler son bulmadan bu kez de Başkan Büyükgöz, barınaktan hayvanların kaçırıldığını ve mamaların da çalındığını iddia etti.

Türkiye’de maalesef bazı siyasetçiler kendilerini yer yer hukukun üstünde görüyor. Bu şaşılacak bir şey değil ancak eğer bir canın, bir yaşamın, canların, yaşamların üzerinde görmeye başladılarsa burada mesele hukukun üstünlüğünü hiçe saymaktan biraz daha büyük bir felakettir. Ve özellikle siyaset yaptığınız ülkede kadına, çocuğa ve hayvana yönelik şiddet daha görünür ve çok daha vahşi boyutlara ulaştıysa siyasetçi sorumluluğu ile engelleme yöntemleri araştırılır; katliamlar savunulup, katliamlara tepki verenler itham edilmez. Ve bu siyasetçilere de hukukun ve yaşamın üzerinde olmadıkları hatırlatılır.

Hiçbir sonucun, tek bir sebebi yoktur. Özellikle şiddet gibi vahim ve bir o kadar girift bir meselede “tek sebep şudur” diyemeyiz. Zira şiddet sonuçtur ancak onu oluşturan bireysel, psikolojik, toplumsal, kötü örnek olma, erken tespit etmeme ve müdahale etmeme gibi birden çok ve birden farklı sebepler vardır. Dolayısıyla, bugün içinden geçtiğimiz artan kadına şiddet olayları, hayvan katliamları gibi kötü sonuçların mesela hayvan katliamı yasası çıkartmak ya da İstanbul Sözleşmesi’ni fesh etmek gibi tek bir sebebi yoktur ancak bu iki sebep, bu sonuçlarda pay sahibidir.

Hülasa, siyasetçilere hukukun üstünde, yaşam haklarının üstünde gezinsinler diye değil sorumlu oldukları her şeyi ama her şeyi korumaları için oy veriliyor. Dolayısıyla eğer bunu başaramayacaklarsa bir de üstüne kendi hatalarını savunacaklarsa yani görevlerini yapmadıkları gibi yapmamaları gereken ne varsa hepsini yapacaklarsa o halde koltuk işgal etmesinler ve istifa etsinler. Zira yaşam ve ölüm arasındaki ince ve kaotik çizgide rol alacak kadar cesur olduklarını iddia eden “yöneticilere” düşen onurlu tavır budur.