Geçtiğimiz hafta içerisinde birbirleriyle ilişkisiz gibi gözüken ama aslında oldukça ilişkili olan iki olay yaşandı.

Olaylardan ilki, Tarım Bakanlığı’nın yaptığı incelemelerde meşhur et restoran zinciri Köfteci Yusuf’un etlerinde domuz eti olduğunun ortaya çıkmasıydı.

Kamuoyu haliyle önce bu duruma tepki gösterdi. Ancak sonrasında meseleye biraz daha soğukkanlı yaklaşınca görüldü ki, karıştırıldığı iddia edilen domuz eti çok düşük bir oranda ve bir işletmenin maliyetlerinden bu kadar az kısmak için böyle bir risk alması akla yatkın gözükmemekte.

Bu durum, geçtiğimiz yıllarda Sedat Peker’in Köfteci Yusuf’a mafyanın “çökmeye” çalıştığı iddiaları ile beraber düşünüldüğünde, kamuoyu bu defa Köfteci Yusuf’a bir komplo kurulduğuna ikna oldu. Nitekim, restoran zincirinin sahibi Yusuf Akkaş’ın domuz eti iddialarını reddettiği açıklaması kamuoyunda da inandırıcı bulundu.

Köfteci Yusuf’la ilgili durum halen netleşmiş değil. Ancak, Türkiye’nin bugünkü koşullarında siyasetle bağlantılı bir mafya çökmesi durumu gerçekten var ise buna şaşırır mıyız? Ülke gerçeklerinin farkında olan kimse buna şaşırmaz.

İkinci olay ise Türkiyeli ekonomist Daron Acemoğlu’nun (çalışmalarını çoğunlukla beraber yaptığı Simon Johnson ve James Robinson’la beraber) Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülmesi.

Sosyal bilimler ve ekonomi camiasında son derece popüler olan Daron Acemoğlu’nun Nobel Ödülü alması zaten epeydir beklenmekteydi, sadece ne zaman alacağı belirsizdi. Nihayet aldı.

İlk etapta denilebilebilir ki, bu iki olayın nasıl bir ilişkisi olabilir? Bakalım.

Acemoğlu ne diyor?

Nobel Ödülü’nün resmi sayfasında belirtildiği üzere, Acemoğlu’na ödülü “kurumların nasıl oluştuğu ve ekonomik refahı nasıl etkilediği üzerine çalışmalarından ötürü” verildi.

Acemoğlu’nun “kurumlar”dan kastı, toplum içerisinde insan ilişkilerini düzenleyen ve sabitleyen, sistematik hale gelmiş sosyo-kültürel normlar (enformel kurumlar) ve hukuksal düzenlemeler (formel kurumlar). Çalışmalarında “neden bazı ülkeler iktisaden kalkınırken diğerleri geri kaldı?” sorusuna yanıt arayan Acemoğlu, “iyi kurumlar”ın iktisadi kalkınmanın temel belirleyeni olduğunu iddia etmekte. Çünkü, iyi kurumlar, ekonomik aktörlerin (girişimciler, iş insanları, şirketler vs.) niyet ve motivasyonlarını şekillendirerek ülkelerin ekonomik refah üretebilmelerini beraberinde getirmektedir. Acemoğlu, “iyi kurumlar” derken özellikle mülkiyet haklarının korunduğu kapsayıcı kurumları kast eder. Mülkiyet haklarının siyasal iktidarı elinde bulunduranlardan etkin bir şekilde korunabildiği ekonomik ve siyasal kurumlara sahip olan ülkeler daha kolay kalkınırken bunu yapamayan ülkeler iktisaden geri kalır. Çünkü, özel mülkiyetin korunmadığı sömürücü kurumlara sahip ülkelerde kişiler ekonomik kalkınmayı teşvik eden inovasyon yapma, iş kurma, kâr etme ve servet biriktirme motivasyonlarına sahip olmazlar. Bu da ekonomide atıllığı beraberinde getirir.

Bu bağlamda, Acemoğlu, Tarihsel Ekonomi disiplininin temel sorularından birisi olan “neden Endüstri Devrimi ilk İngiltere’de başladı” sorusuna, büyük oranda etkilendiği diğer bir yeni kurumsalcı politik-ekonomist Douglass North’un yolunu izleyerek, kurumların ve özel mülkiyetin rolüne işaret ederek cevap verir. Acemoğlu’na göre, 16. yüzyıldan itibaren Atlantik Okyanusu’nda ticaret yapmaya başlayan İngiliz tüccarlar, kralın gücünü kısıtlayacak ve böylece kendi özel mülkiyetlerini koruyabilecek parlamenter bir siyasal sistemi 1688 Devrimi’yle kurmayı başarmıştır. Bu yeni siyasal ve ekonomik sistem ise sonrasında Endüstri Devrimi’ne giden yolu açacak tekonolojik sıçramaları beraberinde getirmiştir. Öte yandan, aynı dönemde Atlantik’te ticaret ve sömürgecilik yapan diğer ülkeler olan İspanya ve Portekiz ise benzer bir siyasal sistemle mülkiyet haklarını koruyamadığı için ilk etapta sömürgeleşmeyle zenginleşmelerine rağmen sonradan iktisaden Britanya’nın gerisine düşmüşlerdir.

Köfteci Yusuf ve Türkiye’de mülkiyet hakları

İşte, Köfteci Yusuf örneğinden yola çıkarsak, Acemoğlu’nun ekonomik geri kalmışlığın temel nedeni saydığı, mülkiyet haklarının korunmadığı sömürücü kurumların maalesef ki günümüz Türkiye’sinin bir gerçeği olduğunu görürüz.

Siyasi gücü elinde tutanların başarılı girişimcilerin malına çökebildiği veya ceza-adalet kurumlarının bunu yapmaya kalkanları etkin bir şekilde engelleyemediği bir siyasal ve ekonomik sistemde iktisadi kalkınma beklemek mümkün değil. Böyle bir sistemde, ekonomik aktörler sonradan mallarına çökülebileceği korkusuyla ya en baştan girişimcilik adına risk almak istemezler ya da servetlerini siyasi iktidar sahiplerine yakınlaşarak korumaya çalışırlar ki ikisi de farklı biçimlerde iktisadi verimsizlik ve geri kalmışlık getirir.

Türkiye’de mülkiyeti güvencesiz hale getiren ve bu şekilde sermaye birikiminin önünde engel oluşturan “müsadere”, yani devletin keyfi olarak mülkiyete el koyabilmesi, uygulaması Tanzimat dönemi reformlarıyla kaldırıldı. Ancak, bunun kanunen kalkması fiilen de tamamen kalktığı ve artık mülkiyet haklarının güvencede olduğu anlamına gelmemekte. Türkiye’de bugün bile özel mülkiyetin siyasal iktidar sahiplerinden tam olarak korunabildiğini söyleyebilmemiz mümkün değil.

Bundan iki buçuk yıl önce, Sedat Peker’in art arda videolar yayınlayarak siyaset, bürokrasi ve iş dünyasındaki bir takım yolsuz ilişkileri ifşaladığı videoları hatırlayalım. Orada Peker’in anlattığı üzere, Türkiye’de sermaye azımsanmayacak ölçüde yolsuz ilişkiler sonucu devlet ve/ya mafya müdahalesiyle el değiştirmekte. Halbuki, iktisadi kalkınma olabilmesi için bunun mümkün olduğunca serbest rekabet ve inovasyonun belirleyici olduğu bir sermaye piyasası ile olması gerekir. Bu ise, Acemoğlu’nun çalışmalarında belirttiği üzere, ancak hukukun üstünlüğü ilkesinin hakim kılındığı bir siyasal ve ekonomik sistemle mümkündür.

İşte, başta ilişkisiz gibi gözüken Köfteci Yusuf’la Daron Acemoğlu’nun ilişkisi burada yatmakta: Başarılı bir girişimci profili sergileyen Köfteci Yusuf’a potansiyel olarak birilerinin “çökmeye” çalıştığı bir dönemde, çalışmalarında başarılı girişimilerin işletmelerinin hukuk korumasında olmadığı bir siyasal ve ekonomik sistemin bir ülkeye nelere mal olabileceğini gösteren Daron Acemoğlu’nun Nobel Ödülü almış olmasında.