30 Ağustos Zafer Bayramı'nda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımı ile Milli Savunma Üniversitesi'ne bağlı Kara Harp Okulu'nun mezuniyet töreni düzenlendi. Erdoğan ve beraberindeki devlet erkanının törenden ayrılmasından sonra alanda toplanan bir grup yeni mezun teğmen, kılıçlarını havaya kaldırarak "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" dedi.
Bu gelişme Kemalist, Ulusalcı, Atatürkçü kesim tarafından alkışlandı. AK Parti çevresinden bazı kişiler ve onların sosyal medya uzantılarınca eleştirildi.
Sonuçta bir asırdır devam eden Atatürk merkezli kavga, bir yolunu bulup yine gündeme geldi. Bir taraf için bu “darbe” çağrıştırıyordu ve soruşturma açılmalıydı. Ancak diğer taraf için bu gayet olağan hatta olması gereken bir gelişmeydi.
Konuyla ilgili resmi açıklamalar ise şu şekildeydi:
“AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, teğmenlerin kılıçlı yeminiyle ilgili "Bunlar milletin evlatlarıdır" ifadelerini kullandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise "ikinci yemin hadisesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur" dedi.
AK Parti her ne kadar ülkedeki resmi ideolojiye, müesses nizama “karşı” oluşmuş, ülkenin amentüsü militarizme karşı sivilliği savunmuş bir partiyse de son yıllarda resmi ideoloji ile ayrı değil sık sık yan yana düşen bir parti. Çelik’in açıklamaları da bunu doğrular nitelikte ancak hem iktidar yanlıları hem de iktidara muhalif kesimler henüz bunun farkında değil.
“Atatürk’ün askerliyiz”ci kesim, AK Parti’yi “Siyasal İslamcı, tarikatların önünü açan, ülkenin ilke ve inkılaplarına karşı, şeriat düzeni getirmek isteyen” bir parti olarak görüyor. Ve bu yüzden eleştiriyor.
AK Partili kesim de AK Parti’yi “Kemalizm’e karşı olan, İslami değerleri ön planda tutan, ülkenin ilke ve inkılapları ile arasında mesafe olan” bir parti olduğunu düşünüyor ve bu yüzden destekliyor.
Ancak ortada tuhaf bir durum var; AK Parti, savunanların da eleştirenlerin de savunmalarında ve eleştirmelerinde resmettiği bir parti değil, uzun süredir değil.
İktidar, resmi ideoloji ile barışmış, en azından çatışmayı bırakmış, ilke ve inkılaplarla sorunu olmayan, şeriat getirmeyi düşünmeyen bir parti. Ve yukarıda Kemalist, Ulusalcı, Atatürkçü kesimlerle iktidar ve çevresinin bir kavgası yok ama bu iki kesimin toplum içindeki kitleleri birbirleriyle kavga ediyor.
Her ne kadar Kemalizm ve Atatürkçülük farkı şeyler olsa da yer yer bu ideolojik tanımlar yerine laikler, laikçiler gibi tanımlar kullansak/kullansam da demek istediğimi okuyanların anlayacağını düşünerek; ülkedeki laik-dindar/İslamcı-Kemalist kavgasının bitmesi iyi olur diye düşünüyorum. Çelik’in açıklamalarından yola çıkarak en azından bu ara iktidar cephesinin asker-iktidar arasında bir kavga istemediği, darbe fısıltılarını yükseltmediği ortada. Ama hiçbir uzun soluklu toplumsal kavga, hadi bitsin deyince bitmez. Bitmesi için konuşabilmek gerekiyor ve ülkenin en büyük sorunu da konuşamamaktan kaynaklanıyor.
İktidarlar cephesinde asker-iktidar gerilimi, iktidar açısından şimdilik sulh ile noktalanmış olsa da sosyal medya üzerinden gördüğümüz kadarıyla karşıt cephelerdeki kitleler kavgayı sürdürüyor. Bir kesim için Atatürk ile barışmak imkan dahilinde değil, Atatürk’ün askerleri değiller, kendilerini İslam’ın askerleri olarak tanımlıyorlar. Diğer kesim içinse Atatürk olmasaydı bir adamın dördüncü karısı olacağı şüphesiz olan nankörlerin İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanması gerekiyor. Yani şimdilik sulh falan yok, ölümüne kutuplaşacaklar.
Tam bu noktada; Atatürk üzerinden verilecek bir kavganın bu ülkeye daha önce bir faydası olmadığı gibi bundan sonra da bir faydası olmayacağını kabul etmek gerekiyor. Atatürk’ü yüceltmek için abartılı rivayetler uydurmaya gerek yok. Başarılı bir asker, başarılı bir komutan, bugünkü aklımızla eleştirecek olsak da kendi dönemi için kendi döneminin ilerisinde kararlar alabilen bir lider, bağımsızlık, laiklik, cumhuriyet… bunlar önemli şeyler, bugün dahi bunların verdiği imkanlarla yaşanılabilir bir ülkeyiz. Evet, dindar biri olarak tamamen böyle düşünüyorum. Ancak burada nokta koyamayacağım zira Atatürk’ün doğru yaptığı şeyler kadar doğru bulunmayacak şeyler yaptığı da bir gerçek. İstiklal Mahkemeleri, Dersim’in bombalanması, Kürtlerin uğradığı akıbet “hainlere çok iyi yaptı” diyerek övünülecek şeyler değiller. Ve bugün Atatürk’ten bir asır sonra bile konuşmamız, geride bırakmamız gereken kavgaları yeniden güdüyoruz. Çünkü hala daha Atatürk’ü konuşamıyoruz. Atatürk’ü konuşmanın ona hakaret etmek olmadığını dahi anlayamayacak bir kitle bir tarafta. Atatürk’ü konuşmak yerine hakaret etmeyi tercih eden kitle diğer tarafta. Ve bir asırdır bu taraflar arasında binbir kavga veriyoruz, üstelik bu niye verdiğimizi bilmediğimiz bir kavga.
Artık Atatürk üzerinden bir kavga vermenin lüzumu yok. Tepede o kavga çoktan bitti. Kemalizm ile mücadele eden yok, Atatürkçülük, Atatürk’ün ilke ve inkılapları tehdit altında değil. Ülke işgal altında değil. Kimsenin adı Yorgo falan değil. Cumhuriyeti hedef almaya kalkanları toplasanız bin kişi çıkmaz ve emin olun fantastik şeriat teklifleri yapanlar, ilk tepkiyi eve kapatmaya çalışacakları kızlarından ya da en yakın camiden çıkan cemaatten görür, henüz resmi makamlar olaya müdahale etmeden kendilerine toplumsal olarak müdahale edilir. Yani korku ve nefret püskürtmenin bir lüzumu yok. Kemalistler, katı ulusalcılar gölge etmedikçe ülkede cumhuriyetin, demokratik değerlerin karanlığa gömülme ihtimali de yok. Sadece bu baskın, endişeli ve öfkeli kesimin öğrenmesi gereken bir şey var; Atatürk’ün konuşulabilir olduğunu kabul etmek. Artık bunu kabul edin ve ülkeyi de Atatürk’ü de bir miktar rahat bırakın, ülkenin boğazına doladığınız ellerinizi biraz gevşetin de ülke biraz oksijen alsın, olmaz mı?