MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı cesur açıklamalar tartışılmaya devam ediyor. Bir asırlık arka planı olan, toplamda 100 bin kayıp verilen bir meselenin birkaç kişi arasında, birkaç haftada konuşulup çözülmesi elbette mümkün olmadığı için tartışılmaya devam edecek.

Sn. Bahçeli’nin “terör sorunu çözülsün” açıklamasından sonra henüz iktidardan resmi bir açıklama gelmemiş olsa da Türkiye Gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Öcalan örgütün lağvedildiğini haykırsın” çıkışı için Bahçeli’yi tebrik ettiğini belirtti ve ekledi: AK Parti kaynakları, Cumhur İttifakı içinde ‘terörsüz Türkiye’ için tam bir mutabakat olduğunu ifade etti. (https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/erdogan-tebrik-etmis-hukumetten-bahcelinin-cagrisina-tam-destek-1071138)

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, zaten haftalar önce “Kürtler için eşit vatandaşlık” önerisinde bulunmuş ve süreç konusunda olumlu tavır alacaklarını belirtmişti.

Maalesef sürece dair ilk olumsuz açıklama İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’ndan geldi ve Dervişoğlu’nun Meclis’te elinde tuttuğu ip, Bahçeli’nin odasına ulaştı.

DEM Parti, “Türkiye’de sağlanacak onurlu bir barış Ortadoğu’nun da barışı olacaktır.” başlıklı bir sonuç bildirgesi ( https://www.demparti.org.tr/tr/turkiyede-saglanacak-onurlu-bir-baris-ortadogunun-da-barisi-olacaktir/20456/) açıkladı ve başlıktan da anlaşılacağı üzere bu sürecin sadece Türkiye içinde değil dışarıdan da etkileneceğini ve dışarıyı da etkileceğini vurguladı. Tartışmaya açık bu bildirge sonrası DEM Parti’den olumlu açıklamalar sonuç bildirgesine yönelik eleştiriler üzerinden geldi. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan “Biz DEM Parti olarak yeni süreci sabote edecek asla kata bir duruş içerisinde olmayız ama her seferinde bizi tehdit eden rota çizen yaklaşımı kabul etmeyiz.” dedi.

Elbette bu açıklamalar sonrası sürece destek olanlar, karşısında olanlar, içeriden yıkmaya çalışanlar, sakince olacakları bekleyenler ve temkinli davrananlar, Devlet Bey’in uzattığı el samimi mi değil mi sorusuna takılanlar, sürece içeriden ve dışarıdan saldıranlar; üç masum insanı öldürenler, parmak sallayanlar, ip fırlatanlar ortaya çıktı, çıkacaktır da... ilerleyen zamanlarda benzer açıklamalar gelecektir, satırların hepsinden ya da satır aralarından mesajlar okunmaya çalışılacaktır. Nihayetinde “bir anda” herkesin bu sürece inanmasını elbette bekleyemeyiz. Ancak olumsuz tutumlara karşı soğuk kanlı tavır almak gerekiyor.

Türkiye’deki sekteye uğramış bir çözüm süreci var ve genellikle şimdi ilerleyen sürece karşı olanlar, tarafların karşılıklı olarak vazgeçtiği bu süreci “başarısızlık” olarak yorumlandığı için “bir kere denedik olmadı, bir kez daha deneyince ne değişecek” çıkışları yapıyor. Ama emin olun bu ülkede terör konusunda tek bir çözüm süreci olmadı. Hatta bu süreçlerde bizzat rol oynamış birinin ifadesiyle söyleyecek olursam; hiçbir ülke, terör konusunda Türkiye kadar fazla sayıda görüşme yapmamıştır. Aslında sanıldığı gibi terörle mücadele konusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin tek yaklaşımı askeri mücadele şeklinde değildi, bunun bir de arka planında müzakereler vardı. Ve silahların sustuğu, kanın akmadığı dönemler de oldu. Kalıcı olmamış olması kalıcı bir çözüm olmayacağı anlamı taşımıyor. Ve bunları başarısızlıklar olarak değil hem tecrübe hem de çözüm isteği olarak yorumlamak gerekiyor.

Bir problemin her zaman sadece tek bir çözümü olmaz ve mevcut bir problemin çözümü çoğu kez baştan değil çözüm sırasında oluşur. Elbette şaşmaz rakamlardan, matematikten değil tarihten, 2 ile 2’yi çarptığınızda değişmeyecek olan sonuçtan değil her daim daha farklı ve muhtemel olarak daha uygun sonuçlar arayan sosyal bilimden bahsediyorum.

Modernleşme aslında sosyal ve doğal bir süreçtir. Ancak Türkiye’nin modernleşmesi, oldukça pozitivist ve sunidir. Bu nedenle toplum gibi kendi iç dinamikleriyle de şekillenebilecek bir kitleye maalesef laboratuvarda üretilebilecekmiş gibi bir gözle bakılır ve yöntem olarak da pozitivizm tercih edilir. Su, sıfır derecede donar, yüz derecede kaynar ama toplum su yani madde değildir, fen bilimlerinin konusu değildir. Bu nedenle suyun sıfır derecede donmasını anlayabiliriz ancak örneğin, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” ifadesi, suyun sıfır derecede donacağı gibi şaşmaz bir gerçeklik değildir, bunu söylemek bölücülük ve hainlik değildir.

Türkiye’nin içinden geçtiği şu sürecin beklenen şekilde suhulet ile çözülmesi için, öncelikle her ne kadar kolay olmayacak olsa da, herhangi bir çözüm önerisine “hainlik, bölücülük” şeklinde bakıp susturmamak gerekiyor. Zira sosyal problemlerin, yerleşik pozitivist anlayışın kabul etmemesine rağmen birden fazla ve birbirinden farklı çözümü olabilir. Kim bilir belkide vaktiyle “herkesi Türk kabul edip” Kürt kimliğini, Kürt varlığını yok saymak bir bölücülüğe neden olmuştur? Nihayetinde bugüne kadar belli ezberlerle gelindi ve o ezberlerin olumsuz sonuçları karşımıza çıkmadı mı?

Yüksek sesle konuşmak konusunda çekingenlik yaşansa da belirtmek gerekir ki Türkiye’nin Kürt meselesi/sorunu, Türk meselesi/sorunu, terör sorunu var. Keşke olmasaydı ama maalesef var. Sorunları çözmek için önce kabullenmek gerekiyor ve farklı çözümleri baştan reddetmemek, diyalog yolunu açık bırakmak gerekiyor. Kimsenin kimseye parmak sallamaması, her çıkışı tehdit kabul edip restleşmemesi, “dış etkileri” arkasına alıp sürece karşı küstahlık etmemesi gerek. Daha önce bunlar yapıldı ve geriye öfke, şiddet ve acıdan başka bir şey kalmadı. Bunları, tüm bunları, tuzu kurular makamından ya da asla ve asla tepeden bir buyurganlıkla değil bir asırlık sorunların ve hatta acıların ağırlığı altından yazıyorum. Zira bu sorunun çözülmesi gereği; Türk, Kürt, siyasetçi, gazeteci, emekli, Z kuşağı... kim varsa herkese ahlaki sorumluluk yüklüyor, o ahlaki sorumluluğu taşımayanlara rağmen sürece inanmaya, katkı sağlamaya devam.