“Siyasal İslamcılık” kavramı, AK Parti iktidarını eleştirmek için kullanılan bir kavram. Ancak bu kavramın kullanımının İslamcılık ideolojisinin kökenleri ile alakası yok. İktidarın dini siyasete alet ettiğini ve dini bir baskı aracı olarak kullandığını düşünen kesimler tarafından kullanılan bir kavram.

Siyasal İslamcılık kavramını genellikle sekülerler, laikler kullanıyor ve bu kavramı, dinin siyasi yanlışları meşrulaştırmak amacıyla kullanılmasını eleştirmek için tercih ediyorlar. Haksız değiller zira yerel seçimde “Binali mi kazansın yoksa Sisi mi?” dedikten sonra Sisi ile görüşürseniz, Ayasofya’yı ibadete açmayı seçim malzemesi yaparsanız, Sultanahmet’te seçim öncesi miting yaparsanız ancak aynı zamanda ülkede ekonomik açıdan gelir eşitsizliği her gün artıyorsa ve siz bu eleştirilere “olsun, ezanlar susmadı” şeklinde cevap veriyorsanız, bu şekilde de eleştirilirsiniz.

Dindar kesimden de iktidara “siyasal İslamcılık” kavramı üzerinden eleştiriler geliyor. Ve bu eleştirilerden maksatları da iktidarın dini araçsallaştırması… iktidarın siyasileştirdiği dinin, dinin özüne, Müslümanların imajına zarar verdiğini düşünüyorlar. Yani iktidar gayrı adil bir siyaset izlediğinde İslam’ın sadece namaz ve başörtüsünden ibaret olmadığını, adaletin ikame edilmesinin de İslam’ın emri olduğunu hatırlatırken bu kavramı kullanıyorlar. Ve çok haksız olduklarını da söyleyemeyiz…

Buraya kadar sorun yok… ancak sorun bundan sonra başlıyor…

Siyasal İslamcılık kavramını en fazla laikçiler kullanıyor, dahası bu kavramı neredeyse bir hakaret olarak kullanıyorlar. Motivasyonları iktidarın 22 yıllık siyaset biçimine karşı olmalarından değil Türkiye tipi laikliğin dışlayıcı, dini kontrol altında tutmaya çalışan, laik-dindar geriliminden etkilenmiş, “Atatürk olmasaydı şimdi bizi hacı hocalar yönetecekti, kim bilir hangi adamın dördüncü karısıydın” şeklinde İslam karşıtı tarihsel ezberlerinden geliyor.

İktidara yönelik bu eleştirilerin haklı olduğu taraflar elbette var. Ancak yanlış olan siyasete, siyasi eleştiri yaparken araya Müslümanların çoğunluklu olarak yaşadığı Türkiye’de, iktidarın bu eleştirileri kendisi için artı puana çevireceğini bile bile İslam eleştirisi de yapmaktan kaynaklanıyor. Tabi burada da bir İslam siyasallaştırması ortaya çıkıyor ve bunu bu kez iktidar değil siyasal İslamcılığa eleştiri getirenler yapıyor.

İktidara yönelik bu tip eleştirilerin haklı olduğu taraflar elbette var. Ancak unutmamak gerekiyor ki, Türkiye’deki laikçiliğin, kendilerinin kullandığı şekilde söyleyecek olursak siyasal laikçiliğin, siyasi tecrübesi sırasındaki müdahaleciliğinin, kutuplaştırıcılığının siyasal İslamcılardan aşağı kalır yanı yok.

Biraz daha açalım…

AK Parti 22 yıldır iktidarda ve bu 22 yılın ilk 10 yılında ülkeyi demokratikleştirmek için uğraştı. Ve o dönem de de hiç alakası yokken haksız yere şeriat getirme niyeti olduğuyla itham edildi. Sonraki 11 yılda ise otoriter bir iktidar modeli tecrübe ettik, bu sırada şeriat getirmediler ancak dini propaganda yapmadıklarını söyleyemeyiz ve artık karşımızda özgürlüklerin önünü açan bir AK Parti olmadığı gibi X’te yaptığı bir paylaşım nedeniyle, sadece sözlü bir ifade nedeniyle insanların polis baskınıyla gözaltına alındığını tecrübe ettik. Sosyal medyada rakı masasında kadehleri ile fotoğraf paylaşan görünür bilinir kimseler fotoğraf çektirirken kadehlerini saklama gereği hissettiler ancak bu baskıdan çok iktidarın düzenlediği sanatçı kadrolarına girebilmek içindi ki bu da bir yaşam tarzına dolaylı müdahale sayılır ancak kimse kadınları zorla örtüp eve kapatmadı zira son 11 yıldır Türkiye’de kadın giyimi teşhirciliğe varacak kadar ileri boyuta geldi… Ancak yaşam tarzına müdahale konusunda siyasal laikçiler bunu yaptılar ve bununla da hiçbir zaman yüzleşmediler.

Ancak… kocaman bir ancak…

Ancak son çeyrek asırdır siyasal laikçiler iktidarda olmadığı için kendilerine yönelik eleştirilerin lüzumu olmadığı gibi eleştirmek de haksızlık olur. Dolayısıyla eleştirilmesi gerekenler, 22 yıldır iktidarda olan siyasal İslamcılar. Ve yine ancak, siyasal laikçiler, sadece iktidarı değil dini eleştiri yağmuruna tuttukları için, kendilerinin yaptığının da bir siyasileştirme, yani laikliğin araçsallaştırması olduğunun farkında olmadıkları için eleştirileri toplumun önemli bir kesimi tarafından bir din karşıtlığı olarak algılanıyor. Nihayetinde her seçim sonrası “yine adam kazandı” diyerek elleri çenelerinde üzgün, biraz da öfkeli bir biçimde kara kara düşünürken iktidar seçmenine “koyun” demek yerine objektifleri kendilerine çevirseler, siyasal laikçiliklerinin seçmeni iktidara yönelttiğini görecekler ama bunu hep ıskalıyorlar. Zaten biraz da bu nedenle 22 yıldır seçim kazanamıyorlar.

Türkiye’de geçtiğimiz haftanın konusu “Siyasal Alevicilik” idi. Kavramı daha önce de kullananlar olmuştu ancak bu kez kullanımı Suriye meselesiyle ilgiliydi. “Suriye’den bize ne, bu mültecileri ülkeden gönderin, Suriye’de savaş bitti, Esed’le görüşelim” diyenler, Esed’in 13 yıldır binlerce sivil insanın hayatını kabusa çevirmesini dert etmeyenler, Esed’in hapishanelerine 17 yaşında bekar giren kadınların bugün 30 yaşında ve tecavüz sonucu sahibi oldukları çocuklarıyla çıkmasına gözlerini yumanlar, HTŞ’nin Suriye’de yönetime gelmesi sonrası Suriye’de “cihatçıların” vahşi bir rejim kuracağına, kadınların başının zorla örtüleceğine, LGBT’lerin durumunun ne olacağına dair endişelerini paylaşınca, aslında tam olarak yukarıdaki gibi siyasal İslamcılık ve siyasal laikçilik kavgası hız kazandı. Ancak bu, Alevi-Sünni çatışması gibi ele alındı ve gerçeği yansıtmayan bazı videolar da eklenerek “Suriye’de Alevi katliamı var” (kesinlikle yok demiyorum) şeklinde servis edilince, durur mu her krizi fırsata çevirmek konusunda oldukça becerikli olan siyasal İslamcı… o da aynı silahla cevap verdi ve başladı siyasal Alevicilik kavgası… Oysa meselenin Aleviler ile alakası yoktu ancak bildiğiniz üzere bu karşılıklı kutuplaştırma zeminin de her tür silahı her şekilde kullanmak meşru sayıldığı için “bizim” Anadolu’nun sahiplerinden, canlarımızdan bir can olan, türkülerinden kendilerindeki erdemi satır satır elimizi kalbimize koyarak okuduğumuz Alevilerimiz “her iki tarafça” da kullanılmak istendi. Ve bu kavram üzerinden siyasallaşan İslam’ı eleştirenlerin bir kısmı, siyasallaşan bir Alevilik üretmeye kalktı ve bunuda  Çorum’u, Maraş’ı anarken Dersim’i anmamalarında ve hatta “Dersim diye bir yok, orası Tunceli” demelerinde de net biçimde gördük…

Hülasa… Bu mevcut gerilim zemininde, savaş meydanında kimse elinde ne olduğuna bakmaksızın eline geçirdiğini karşı tarafı hedef alarak oraya doğru fırlatıyor ancak ifade etmek gerekir ki;bir şeyin siyasallaşması tümden kötü değildir hatta siyasallaşmak çoğu kez meşru bir zemin arayışıdır. Ve siyasal İslamcılık, siyasal laikçilik birbirlerinden pek de farkı olmayan kimlik siyasetleri olarak siyasi eleştiri yapmak yerine din ya laiklik şeklindeki kemikleşmiş kimlikleri hedef aldığı müddetçe de maalesef mevcut durumda bir değişiklik olmayacaktır. Ve hatta elde savaş mühimmatı, örneğin başörtüsü gibi önemli bir savaş mühimmatı, kalmayınca yine savaşla alakası olmayan, bugün Aleviler, yarın belki başka bir yumuşak karnımız savaş meydanına çekilecektir ve bu siyasal kutuplaştırıcılık hiçbir surette bitmeyecek, gözüne neyi ya da kimi kestirirse önüne katıp bu gereksiz savaşı devam ettirecektir.