Yıllar önce, 80’li yıllarda çok popüler olan iki kitabım vardı: “Türkiye nereye gidiyor” ve “Yağmalanan Ülke Türkiye”. Dünden bugüne hiç ders alınmamış gibi görülüyor. Bu gün çok daha vahim durumdayız. Bir bakıma Osmanlının son günlerine benziyor halimiz. Dert de ayrı, tedavi için uygulanan metot da ve sonuçta gidişat da belli. Dün “Galata bankerleri”nin eline düşmüştü devlet, bugün FED ve LIBOR bankerlerinin eline düştük.
Ve iş “Duyunu umumiye”ye doğru gidiyor. Dış borçlarımız, 25 yıl vadeyle “Yap İşlet Devret” diye, 5 liralık iş, finansal maliyet, vade farkı derken 15 lira’ya, hem de yoldan köprüden geçiş, hastaneye hasta garantili yöntemlerle, ülke ekonomimizi çeyrek asır sürecek bir ipotek altına sokuldu.
Şimdi bütün kamu iktisadi işletmeleri, hatta kamu arazileri, o da yetmedi, rezerv alanları, işletilmeyen toprakların kamu fonuna devredilerek kiralanması yöntemi ile tüm iktisadi kaynaklar, ormanlar, madenler, su kaynakları dahil, hepsi uluslararası sermayenin insafına terkediliyor bir bakıma, ekonomiyi döndürmek için ve yatırımları sürdürebilmek için. Sonuçta, “Olimpos dağındakiler gelip, bağdakini kovuyorlar”.
KKTC’de toprak satışı öyle bir noktaya geldi ki, tedbir alalım derken, vatandaşlık verdikleri Yahudiler, yerli kişiler(!?)le ortaklıklar kurarak işlerini sürdürüyorlar. Artık Türkiye’de parayı bastırıp vatandaşlık alan Yahudi’ler de var, Rus’lar da,Çin’liler de, Arab’lar da, Fars’lar da, Vatandaş olmayan kimse kalmadı ki. Türk pasaportu almak isteyenlere danışmanlık hizmeti veren ajanslar var bir çok ülkede. Onların buralarda temsilcilikleri var. Afrika’dan tutun Latin Amerika’ya kadar herkes var. Suriye’den gelen göçmenleri tartıştırarak arkasında dönen dolapları gizliyor aslında birileri. Bu arada bizimkiler de aynı şekilde dünyaya açıldılar, onların da artık ceplerinde birkaç pasaportları var. Buradaki vurgunlarını o ülkelere kaçırıp, orada yatırım yapma sözü verince onlar da ora vatandaşı oldular.Hatta Çinliler, Türk’lerle ortaklıklar kurup Türkiye üzerinden Türk dünyasına ve Afrika’ya açılıyorlar. Bunların kimi kara paralarını sanal kumara ya da kripto para borsasına yatırıyor, kimi 2., 3. Ülkeler üzerinden borsa oynuyor, kimi uyuşturucu işine giriyor, kimi Turizm! Turizm deyince orada fuhuşta var, uyuşturucu da, kumar da. HABAT’ın, AGARTHA’nın, EPSTEİN çetesinin en çok sevdiği işler bunlar.
Toprak da elimizden gidiyor, su da, hava da. Tohum da elimizden gidiyor “Ata tohumu” öz yurdunda garip, öz vatanında parya” Sertifikalı tohumlar ata tohumunu kovuyor. Sertifikalı depolar da öyle. Kenevir tohumuna sertifika vermek için, tohumun fıtratına müdahele ettiler. Bunu yaparken kafanıza silah dayamıyorlar. Adam, “ben şu sertlikte, şu özellikte, şu spektlerde şuraya 5000 dönüm şu buğdayı, şu domatesi ekeceğim, ihraç edeceğim” diyor. Tohumu da o standardı koyandan geliyor, ilacı da, gübresi de. “Bana 5 km uzakta başka özellikte aynı cins bir ürün ekilmesini istemiyorum, çünkü tozlaşma ile benim ürünümün standartlarını bozar” diyor. O böyle deyince büyük toprak sahibi küçük toprak sahibine engel oluyor. Başka ekim yapmayacaksan, devlet “o zaman tarlanı bana kirala” diyor, o da götürüp yabancılara kiralıyor sonuçta. Uluslararası sistem her alanda böyle geliyor ve kendi sistemini dayatıyor.
Toprak zirai ilaçlar ve gübrelerle zehirleniyor. Kanser oluyor, korkunç bir erazyonsözkonusu. Anız yanğınları ile bir de kavruluyor. Toprağın en çok ihtiyaç duyduğu bitkilerden Kenevir yasak. Ama Tiner serbest. Afyon ekiminde uygulanmayan tedbirler Kenevir ekiminde zorunlu. Kim hazırlıyorsa bu yönetmelikleri. Zaten bir endüstriyel kenevir, bir tıbbi kenevir diye bir yalan uydurdular gidiyorlar.
Hava zaten zehirli idi, şimdi, iki bela daha var. 5G RF dalgaları oksijen atomlarının frekansını değiştiriyor. Bundan tüm canlılar olumsuz etkileniyor ama kimin umurunda. Yetmiyor, bir de Chemistrail belası var başımızda, tepemize zehir yağdırıyorlar.
Beynimiz işgal altında, kalbimiz de, midemiz de öyle ve damarlarımızda.
Geçen gün bir haber vardı: “Afyonkarahisar'ın köylerinde muhtarlar, tarım arazilerinin yabancı şirketlere 40 bin dönüm arazi satılmış” Yabancı kişiler de alıyor, şirketler de. Arsa da alıyor, toprak da. Turizm bölgeleri de satılıyor, tarım alanları da, maden sahaları da. AGARTHA’cılar turizm bölgeleri, sahillerde daha çok kümeleniyorlar. Ülke Zaten memlekette yabancı kalmadı(!?), Çinli’sinin elinde de Türk pasaportu var, Rus’ununda, Bu topraklardan doğanların dışında, eskilerin en az iki katı Yahudi’nin cebinde de artık TC damgalı pasaport var. Zaten bir o kadar da memlekette kripto Yahudi, Ermeni var. Yani hepsi artık “yerli ve milli” sayılıyor. KKTC’de oynanan oyunu durdurduk sanıyoruz ama Habatçı’ların imdadına “beyaz Türkler” yetişti tabi. Ülke onların işgaline açık hale getirildi. Krize giren şirketleri de, fabrikaları da alıyorlar. “Yerli ve milli” markalar bile onların eline geçiyor. Özellikle gıda, sağlık, ilaç ve teknoloji şirketleri üzerinde yoğunlaşıyorlar.
Zaten bizim. Tekno parklarda sona yaklaşan firmalar batıdan fon bulma yarışında. Hem yatırım için, hem Pazar için buna muhtaçlar. Zaten kısa süre şirketler de onların oluyor, bizim buluş yapan beyinler de ithal ediliyor.Yerli ve yabancı bir çok emlak kuruluşu, bu çevrelere mal topluyor. Gerçek alıcı bazan bilinmiyor. Bu arazilere doğrudan yabancılar talip olursa fiyat da artıyor, direnç de oluşuyor. “Yerli ve Milli”(!?) birileri üzerinden bitiriliyor işler.Yakında zaten devlet de bir yandan tarım işini zorlaştırıyor, bir yandan da rezerv alan ya da ekim dışı toprakları kendi kiralayıp, sonra da bunları Kamu fonlarına dönüştürüp “Varlık Fonu’na devretme” hazırlığı içinde deniyor. Böylece bu fonlar teminat olarak kullanılabileceği gibi, ya da fonlara yatırımcı ortak alınabileceği gibi, yabancı şirketlere uzun vadeli kiralamalar ya da hazine arazileri dahil, satışı da yapılabilecek.Bir arkadaş, arkeolojik kazılara yönelik arazi alımları yapıldığını da söylüyor. Yani toprağımızın altı da üstü de satılık ya da kiralık!
Türkiye’de devlet bir yandan kutsanırken, öte yandan herkesin devletle mahkemelik olduğu, devletin katı bir laikçi anlayışla, bir yandan resmi ideolojisi adeta dinleştirdiği, dini ekonomik, sosyal ve siyasi hayatı düzenleme konusunda, her alana müdahele ettiği, dünyada bu gün artık örneği neredeyse kalmayan Sovyetik bir yapıya büründüğü, dünyanın en ağır vergilerinin alındığı, hatta verginin de vergisinin alındığı bir ülke. Siyaset, yasama, yürütme ve yargı olarak, seçim ittifakları ile adeta politik oligarkların kontrolüne geçmiş gibi gözüküyor.Siyaset, sivil toplumu adeta yoketti. Bir çok kişi sivil toplumun, hükümet dışı bir denge merkezi olduğunun farkında değil. “sivil siyasal olmayan” ama, bazı politik liderler, siyasi partileri “en büyük sivil toplum örgütü” gibi görebiliyor. Onlar “askeri olmayan herkesi sivil” zannediyorlar.
Günümüzde devletler artık büyük ölçüde, uluslararası sistemin güdümüne girmiş gibi gözüküyor. Uluslararası örgütler, sözleşmeler, büyük şirketler ulus devletleri doğrudan ve dolaylı yöntemlerle yönlendiriyorlar. Yani, uluslararası sistemin talep ettiği şeyler konusunda iktidar ya da ana muhalefet, ideolojik ve etnik açıdan asla bir araya gelmesi mümkün olmayan politik grubların bir araya geldiği gerçeği artık apaçık ortada. Seçimler giderek bir illizyona dönüşmüş durumda, algı operasyonları ile kamuoyu media, STK’lar, Sanatçılar, Dini yapılar üzerinden kolayca manipüle edilebiliyor. F.G’ninTheCemaat’ı ile BÇG aslında aynı çevrelerin örgütledikleri yapılardı. Ya da ADD, ÇYDD öyle. Daha buna yüzlerce zıt gibi gözüken parti, vakıf, dernek, cemaat oda, sendikayı ekleyebilirsiniz. Kontrollü bunalım stratejisinde tavşana kaç , tazıya tut diyeceksiniz, iki tarafı da siz yöneteceksiniz, uyumluya havuç, uyumsuza sopa göstereceksiniz.
Bu Modern ulus devletlerin artık sonu gelmiş gözüküyor. Bakmayın bizde hala ideolojik, etnik, politik gruplaşmalara, TransHumanizm sonrası NESNE’lerarası iletişimin NESNEsi olacak olan Din ahlak ve gelenekten, biyolojik cinsiyetinden bağımsız GENDER BİREY’lerden ULUS mu olur.. Ama artık yavaş yavaş insanlar derin uykularından uyanıyorlar. Amerika’da insanlık karanlık tünellerde, kent meydanlarında, arka sokaklarda can çekişiyor. ABD’de bir çok eyalette hızlı bir silahlanma var. İnsanlar gelecek için ümitsiz. Politik topluluklar, dili yapılar, yerel yönetimler, hükümet, gönüllü kuruluşlar kötü gidişi durduramıyor. Sosyal bir Tsunami, sosyal bir deprem ya da sosyal anlamda volkanik bir patlama için ülkeler gün sayıyor adeta. Sadece yoksul ülkeler değil, zengin ülkelerde de durum farklı değil. Dindar kesimlerde de Seküler kesimlerde de hızlı bir çözülme yaşanıyor. Colarodo’da bir insan hakları savunucusu bir aktivist, bütün umutlarını kaybetmiş ki, şöyle sesleniyor: “Ne zaman konuşmayı bırakıp gerçek eyleme geçeceğiz çünkü yetkililerimiz ve hükümetimiz bunu yapmıyor ve öyle anlaşılıyor ki, asla yapmayacaklar. Bu durum, bu gidişat kabul edilemez. İnsanların derdi ile ilgilenen yok. Polis görevini yapmıyor, yerel yönetimler görevini yapmıyor, hükümet görevini yapmıyor. O zaman niçin oradalar. O zaman herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacak. Kaos kapıda.. Evet, bu durumda birçok kişinin başı belaya girecek.” (Colorado’nın başkenti “Denver”, dünyanın en meşhur hava alanlarından birine sahip. Hava alanı ile ilgili bir çok iddia sözkonusu).
Franklin D. Roosevelt diyor ki,"Politikada hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmez. Eğer gerçekleşirse, bunun o şekilde planlanmış olduğuna bahse girebilirsiniz." Ne yani, biz denizde yüzdüğünü zanneden, politikacıların artırılmış sanal gerçeklik efektleri ile donatılmış bir akvaryumda yüzen balıklar mıyız? Hani derler ya “ol mahiler ki derya içeredir de deryayı bilmezler.”
Herkes yine pandemiden söz ediyor. Bana kalırsa sosyal olaylar bir anda dünyaya yayılarak politik bir pandemiye sebeb olacak. Kimbilir, belki de asıl istenen de bu. Bana kalırsa. Ekonomik sebepler, politik çatışmalar, dağılan aileler, fuhuş, uyuşturucu gibi sebeplerle bir gece ansızın sadece gençler değil, işçiler, memurlar, kadınlar, yaşlılar, herkes bir anda kendini sokakta bulabilir. Böyle bir şey için, din, ideoloji, etnik farklılıklar, politik sebepler, daha bir çok şey sokağa çıkmak için gerekçe olabilir. Sokağa çıkmak kolay da, eve dönüş nasıl olacak. Eve döndüğümüzde umarım evimizde evdekiler de yıkıma uğramış olmaz. Selam ve dua ile.