Hayata geliş nedenimiz, Dünya’ da var olma sebebimiz anne, babamız. Her kararımızda, her adımımızda onların izleriyle hayatımızı sürdürürüz. Alışkanlıklar, tepkiler, beklentiler, tercihler...

Şu an neye dönüşmüşsek ebeveynlerimizin etkileriyledir. Onlara çok şey borçluyuz.
Hayata gözlerimizi açtığımız ortamımızda, hatta anne karnından itibaren kimliğimiz, kişiliğimiz şekillenir ve Dünya’ da nasıl bir var oluşun içinde olacağımızın temelleri atılır. Her ailenin kendine has nitelikleri ve etkileri vardır. Bu etkiler ve özellikler bazen kolaylaştırıcı bazen de zorlayıcı olabilmektedir.
Ebeveynler arasında iletişim sorunları olan, fiziksel veya duygusal şiddetin yoğun olduğu ortamlarda büyüyen bireyler, bu etkileri uzun yıllar üstlerinde taşımaktadır. Bu etkilerin izleriyle hayatlarını kurar ve tercihlerini yaparlar. Çocukların, ebeveyn arasında yaşanan olumsuzluklardan etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü çocukların hisleri oldukça güçlüdür ve gözlem halindedirler. Ortamdaki gerginlikleri, konuşmaları, davranışları hemen algılar ve içselleştirirler. 
Çocuk, kendi algısına göre, kendini daha yakın hissettiği ebeveynin duygusuna girer. Bazen de huzursuzluğun kaynağı olarak kendini görebilir. Bu durumda suçlu hisseder veya kendini anne/babasına ebeveynlik yapmak zorunda hissedebilir.
Özellikle tüm duygularını, kırılmışlıklarını çocuğun şahit olacağı şekilde dışa vuran anneler,  çocuklarında nasıl bir iz bıraktıklarının farkında değiller. Böylesi bir ortamda büyüyen çocuk  yetişkin olduğunda sağlıklı ilişki kurmakta zorlanır.
Bazı kadın veya erkeğin evlenmeden önce oldukça bağımsız bir hayat sürerken,  evlendikten sonra bir anda anne ve babalarına karşı fazla düşkün sayılabilecek bir tavır içine girdiğini gözlemlediğiniz oldu mu? Veya evlendiği halde ailesiyle iç içe geçmiş ilişkisini düzene koyamayan insanları? 
Yeni bir aile kurduğu halde, kendi anne/babasından ayrışamayan, kendi ailesinin bir devamı veya parçasıymış gibi davranan bir çok insan var. 
Bu tercihi çoğunlukla, çocukluklarında anne veya babasının duygu sömürüsüne maruz kalmış çocuklar olduğunu gözlemlemekteyiz. Annesinin veya babasının uğradığı haksızlıklar karşısında ebeveynlik rolüne girmiş, bağımlı ilişkiler kurmuş bireyler ne yazık ki bağımsız bir aile olmakta zorlanmaktadır. 
Kendisini “zorluklarla”, “ her şeye rağmen” büyütmüş aileye karşı sağlıklı olmayan bir sorumluluk ve bağımlılık geliştirdiği için, eşiyle mutlu olmayı kendine layık görememektedir. Eşiyle yaşadığı her mutlu ânın içinde ebeveynine karşı bir suçluluk duygusu taşır. Bu suçluluk duygusu eşlerin, anlamlı, güçlü, doyum veren bir ilişki kurmasına engel olur. Yüzeysel, soğuk ve göstermelik bir evlilik şablonu ortaya koyar. Böyle bir evlilik ne yazık ki diğer eş için hayal kırıklığı ve mutsuzluk kaynağıdır. 
Dışardan bakıldığında “hayırlı evlat” diye nitelendirilen bu insanlar, maruz kaldıkları çocukluk ortamını farkında olmadan kendi çocukları için inşâ etmektedirler.  Tıpkı bir zincirin halkaları gibi nesilden nesile aktarılarak sürer gider.
 Hem kültürel hem manevi öğretilerimizin ebeveynlere atfettiği kutsallık, değerli ve önemlidir. Aile bireylerinin birbirlerine karşı sorumlulukları bir gerçektir. Diğer toplumlardan bizi ayıran ve güçlü kılan özelliklerimizden biri de bu değerlerimizdir. 
Kültürel değerlerimizle, patolojik ilişkileri, travmaları karıştırmamak gerekir. Sağlıklı bir aile, bağımsız, kendi kararlarını kendi verebilen, yaşadığı sorunları kendi kendine çözebilen bireylerle mümkündür. 
Bu algıyı oluşturmak kolay değildir. Ebeveynler yarattıkları algıyı, en azından çocuklarının sağlıklı bir evlilik kurabilmeleri için desteklemeleri, rehberlik yapmaları gerekir. Hiç bir acı veya travma, aktarılarak sürdürülecek kadar değerli değil. Zincirin halkasını koparın ki herkes mutlu ve huzurlu olsun.