Sevgili okurlar bugün araç ve amaç kavramları üzerinden bir yazı yazmak istedim. Kişisel gelişim üzerine bir araştırma yaparken karşıma çıktı “amaç” ve “araç” kavramları. Günümüz siyasetçileri aklıma geldi. Koltuk bir araç mı yoksa amaç olarak mı kullanılıyor?
Seçim dönemini düşündüm. Siyasetçilerimiz toplumun önceliklerinden ziyade kendi önceliklerini amaç edinmiş.
Hakikat ve yalanların ayırt edilemediği, iyi ile kötünün anlaşılamadığı bir devirde araçlar amaç oldu.
İşte problem burada başladı. Araç olması gereken nesneler bir amaç haline geldi. Nesneler olması gereken anlamlarından uzaklaşarak bir önem kazandı ve yanlış yerde konumlandırıldı. Hayat anlamını yitirdi. Hayata yanlış anlamlar yüklendi.
Bilgisayar ve teknoloji etkin kullanıldığında müthiş bir verimlilik sağlıyor. Ancak gençlerimiz için araçtan ziyade bir amaç haline dönüştüler. Kolaya ulaşmak varken araştırma yeteneklerini kaybettiler.
Bindiğimiz otomobiller araç olmaktan çıktı hayatımızı bir amacı olmayı başladı. Şöyle sabahları ve akşamları işe giderken yollara bakın sıra sıra dizilmiş araç kuyrukları. Çoğu aracın içerisinde sadece sürücü var. Hareketsizleştik, oksijensiz kaldık. Tembelliğe alışan bir toplum olduk.
Yemek yemek biyolojik bir ihtiyaçken gösterişin, fotoğraf olarak paylaşmanın ana faaliyeti oldu.
Aslında bu yazımda siyasetçilerden bahsedecektim ama toplum olarak kendimize de bir bakmamızı istedim. Yukarda saydığım toplum örneklendirmesi aslında uzayıp gider. Bunlar en önemlileri diye buraya not düştüm.
Şimdi gelelim siyasetçilere. Koltuk neden sevilir? Rahat mı yoksa gücün kaynağı mı?
Alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyoruz sanırım. Koltuk amaçtan ziyade bir araç olmuş. Geçtiğimiz seçimde bu yazdıklarımı çok güzel gördük. Hele ittifaklar sürecinde liderler halkı unuttu koltuğumu kaybetmeyim telaşına düştü. Göstermelik halkın sorunlarına kulak vererek vaatler sıraladılar. Asgari ücrete, memura, emekliye ne kadar zam yapılacak? Sorusunu merak ederken açıklanan rakamlar önce sevindirdi sonra düşündürdü. Zam sadece maaşlara değil iğneden ipliğe her şeye zam olarak yansıdı. KDV oranlarındaki ciddi artış sonrası fiyatlar raflara yansımadan halk marketlere akın etti. (Hafta sonu gördüğüm manzara üzerine yazıyorum) Halk, 10 Temmuz öncesi bir iki ürün fazla alıp kar etmek için hesap makinesini çıkarttı.
Yani demem o ki biz koltuk için savaş verirken halkın asıl gündemi olan konuları unuttuk.
CHP’ye baktığımız zaman ise değişim kavgası var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Bolu Belediye Başkanı Tanju Özkan başta olmak üzere parti içinde herkes Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun gitmesini istiyor. Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Sessizliğini koruyor. Koltuğunu bırakmak istemiyor. Amaçtan ziyade bir araç olarak koltuğunu vermemek için inat ediyor.
İlçe ve il kongrelerinin ardından Kurultay sürecine geçecek olan CHP’de yerel seçimler öncesi bir değişim olacak mı olmayacak mı? Merak ediyoruz.
Ama her zaman söylüyorum siyasi liderler koltuk için değil halkın refahı, huzuru için var olmalı.
O zaman kısa bir hikâye…
1980 darbesi sonrası kapatılan siyasi partilerden biri de Adalet Partisi Genel Merkeziydi. O dönem parti binasına YÖK yerleşti. Ve Süleyman Demirel’in koltuğuna YÖK Başkanı olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı oturdu. Demirel faturasının olduğu şahsi malı olan koltuğunu geri istedi. Prof. Dr. İhsan Doğramacı da "Lütfen sayın Demirel'e hürmetlerimi söyleyin" diyerek koltuğu teslim etti.