Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) son toplantısında aldığı kararla politika faizini 250 baz puan artırarak 42,5’ten 45’e çıkardı.
Yeter mi?
Bu kararın getirileri neler olur?
Türkiye’nin konuşması gereken esas gündemlerin üstü mü örtülüyor?
Hadi başlayalım yine konuşmaya, tartışmaya, analiz etmeye…
Faiz patikasında beklentiler büyük ölçekte gerçekleşti.
Geçen ay faiz ile ilgili farklı formüller gündeme gelmiş ama Merkez Bankası bütçe disiplinine katkı sunacak bir fiyat istikrarında aceleci davranmayacağını göstermişti.
Nitekim asgari ücrete yapılan zam ile asgari ücretlinin hayatını düzeltecek ve alım gücünü artıracak üretim arzını planlamak yerine yine enflasyonu artıracak bir yönelime girdi.
Üstelik yüksek faizli bir politikada bunun yapılması en karamsar senaryoyu aktif etti.
Artık hem maliyetleri yükselen işverenlerin yüksek faizi cazip görerek yeni bir iş kurma eğiliminin azaldığını aynı zamanda yükselen işçi maliyetleriyle de işletmeleri bir bir kapatmaya başladığını göreceğiz.
Bu tabii ki istihdam oranlarının düşmesine ve daha az eve para girmesine neden olacak.
Sorunun çözümü ise maaşlara zam yapmak değil tasarruf yaparak üretimi artıracak araçlara kaynak ayırmaktır.
İktidar ısrarlı bir şekilde bu yola girmemeye devam ediyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Valiler Toplantısı’nda yaptığı tasarruf çağrısı bu konuda yapılması gerekeni bildiği ama bunu bir kural olarak kamuya uygulatamadığını gösteriyor.
Zira göreve geldikten sonraki ilk işlerinden biri tasarruf genelgesini yayımlamaktı.
Aslında kendisi bu genelgeye uyuyor ama toplumu buna uydurmak için Hazine ve Maliye Bakanı’ndan çok daha fazlasının bu tasarruf kültürünü göstermeye ihtiyacı var.
Şu ana kadar “İtibardan tasarruf olmaz.” diyerek devam eden tercihlerin sonuçlarını yaşıyoruz.
Gelelim Merkez Bankası’na…
Evet, çiçeği burnunda, yeni anne olan ve ayağının tozuyla ABD’den yurda gelen Hafize Gaye Erkan’ın yılını dolduracağı şüpheli hâle gelmeye başladı.
Ama size bombayı vereyim.
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan hiçbir yere gitmiyor.
Parasal ve finansal itibarın yerde olduğu bir durumda ortaya koyabileceğimiz en makul çözümler Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’dı.
MB Başkanı ve ailesiyle ilgili basına yansıyanların doğruluğu bir tarafa para politikasıyla ve Merkez Bankası yönetimiyle hiçbir alakası olmayan işler olduğu için finansal piyasalarda bir karşılığı yok.
Onun yerine ABD’deki ilişkilerini kullanarak getireceği/getirebileceği para Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha da fazla gündeminde…
Gelgelelim faiz kararlarına…
Asgari ücrete hedef enflasyona göre zam verileceği açıklamasını yapan Mehmet Şimşek’in dediği olmadı.
Çünkü Erdoğan iktidarın nasıl geldiği ve nasıl gideceğini çok iyi biliyor.
Erdoğan, siyaseten ne yapması gerektiğini bilse de ekonominin iyimser bir noktaya gelmesi için makro düzelmeler gerekiyor.
Bu da üretim araçlarının desteklenerek arzın artırılması anlamını taşıyor.
Erdoğan bunu yapabilir mi?
Kamunun tasarruf yapmasıyla bu hedefe ulaşmak için ufak bir gerçekleşme penceresi var ama hiç mi hiç kolay değil!
Merkez Bankası ve Hazine ve Maliye Bakanlığı, Erdoğan’ı makro göstergeleri düzenleme konusundaki çalışmalara uydurmaya çalışıyor.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aklında bir takvim var.
Gündeminde İstanbul’un olması bir tesadüf değil.
Çünkü deprem ile birlikte ekonomiyi toplama umudu ciddi anlamda sekteye uğradı.
Halihazırda tüm dünyada ekonomik durgunluk beklentisinin 2024 için hâkim olması da tabloyu hiç mi hiç iyi bir hâle getirmiyor.
Kur Korumalı hesaplardan çıkış stratejisi de başladı.
Merkez Bankası’nın yapabileceği SWAP da kalmadı.
Dolar lazım.
O zaman kısa yoldan para bulunabilecek çözümlere ihtiyaç var.
Akla mantığa uygun gelen tek senaryo ise Kanal İstanbul projesini canlandırarak Arap sermayesini çekmek.
İstanbul o nedenle çok önemli…
AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Murat Kurum’un “Kanal İstanbul yapılacak mı?" sorusuna verdiği, ““İstanbul’un gündeminde olmayan hiçbir şey bizim gündemimizde olmayacak dedik. Bunu ifade ettik. İstanbul halkı neyi istiyorsa, neyi bekliyorsa biz de hep onların isteği ve dilekleri doğrultusunda çalışacağız ve bu beklentileri karşılayacak projeler yapacağız. Öncelik sıralaması olacak.” cevap bunu gösteriyor.
Kurum’un açıkladığı mega projeler İstanbul’un gerçek ihtiyaçlarıyla dolu.
Peki bunu yapacak kaynak veya ucuz borçlanma araçları şu an için mümkün mü?
Cevabı yekten vereyim: HAYIR!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AK Parti tarafından kazanılması göründüğünden çok daha büyük anlamlar ifade ediyor.
Ülkenin GSYİH’sının üçte birinin gerçekleştiği bir bölgenin kontrolünü ele geçirmenin etkisi büyük olacaktır.
Burada seçmenin içinde bulunduğu durumu iyi düşünmek gerekiyor.
DEM Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanı adayı olarak Selahattin Demirtaş’ın eşinin gösterileceği açıklaması AK Parti’nin ekmeğine yağ sürüyor.
Ayrıca İYİ Parti’nin İstanbul ile anılan ismi Buğra Kavuncu olması İmamoğlu’nun elini epey zora sokacak gibi…
Ama sonunda kararı İstanbullu verecek.
Erdoğan’ın 27 Mart 1994’teki İBB zaferi 25,19 oy oy oranı ile geldi.
Halbuki Erdoğan üç sene önce İstanbul Milletvekilliği için girdiği yarışı tercihli sistem nedeniyle Mustafa Baş’a kaptırmıştı.
Üç senede partililer tarafından tercih edilmezken partinin adayı olarak yüzde 25’leri yakalayan Erdoğan’ın başarısı şu an tam olarak İmamoğlu’nun yol haritası gibi…
Bakalım İmamoğlu, Erdoğan’ın başardığını başarabilecek mi?
İstanbullu seçmenin bıkkınlıklarını iyi görmek çok ama çok önemli…
Yüksek kiralar, trafik, düşük maaşlı işler ve ailelerin geçim için şehrin dış çeperlerine yönelmesi şu ana kadar hiçbir adayın gündemi olmadı.
İstanbul’u ayakta tutan zenginler değil.
İstanbul’a emeğiyle geçimini sağlamak için gelen alın teri emekçileridir.
Bunların taleplerini duymak servet sahiplerine çözüm üretmekten daha fazla oy getirir.
Benden söylemesi…