İsrail, uzun süredir “güvenlik gerekliliği” savunmasını küstah bir saldırganlığa çevirmiş durumda. Bu saldırganlık öyle pervasız bir hale geldi ki İsrail, 7 Ekim saldırıları bahanesi ile Gazze’yi yakıp yıkmakla kalmadı ve İran’da Hamas lideri Haniye’yi öldürdü, İran’ı vurdu, İran’ın siyasi isimlerini öldürdü daha doğrusu bu isimler şaibeli bir şekilde öldürüldü, Lübnan’ı vurdu, Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürdü.

Tüm bu pervasızlık karşısında İran, tansiyonu yükseltmemek, İsrail gazabını doğrudan kendi üzerine çekmemek ama bir yandan da kendi “onurunu” korumak için İsrail’i “göstermelik” şekilde vurmaya çalıştı ancak bu “randevulu” ve “zararsız” saldırılar, İran ile dalga geçilmesinden fazla bir işe yaramadı.

7 Ekim saldırılarının yıl dönümüne yaklaşılırken 1 Ekim günü akşam saatlerinde İran, füzelerini Telaviv’e doğru ateşledi. İsrail savunma sistemi füzelerin büyük kısmını etkisiz hale getirmiş olsa da 1 Ekim saldırısı, en azından başlangıçta görünen haliyle eften püften bir saldırı gibi görünmedi.

Şimdilik Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor mu bunu kestirmek zor ama masadaki oyunculara ve görünen stratejilere bakmak mümkün…

İran saldırısından birkaç saat sonra İsrail, hava sahasını açtı ve vatandaşlarına güvenlik tehlikesi olmadığı mesajını verdi. Dolayısıyla ilk bakışta “yine İran, yine randevulu füzeler, yine aynı nakarat mı?” sorusu akla gelmiyor değil. Hatta biraz daha komplocu düşünürsek; İran ve İsrail arasında “Haniye’yi, Nasrallah’ı ver, sana dokunmayalım” anlaşması mı oldu denebilir. Ancak bu konuda bu kadar kestirme düşünmek isabetli olmaz zira İran bu kez şaka yapmadı, saldırıları canlı izledik kısa ve az etkili olması, olmadığı anlamına gelmiyor ve henüz Hizbullah kendi kartlarını açmadı, bunun bir de Lübnan merkezli versiyonu olacak gibi ki olmalı da zira İsrail’in bu denli pervasızca davranması, bölgenin gerçek sahiplerinin onuruyla bu denli uğraşması cevapsız kalmamalıydı. O nedenle şimdilik İran’ın İsrail’i vurması iyi bir şeydir.

İsrail’e sahip çıkmak pahasına demokrasinin, insan haklarının, savaş hukukunun canına okuyan ABD, sanki İran ABD topraklarına saldırmışçasına teyakkuza geçip İsrail’e desteğe koşmuş olsa da olası bir İsrail-İran çatışması karşısında İsrail’den yana olsa da tansiyonu düşürmek için uğraşacaktır. Hatta bu durumdan hem İran hem de ABD kazanç elde etmek isteyecektir; İran nükleer tesislerinin vurulmaması, ABD de nükleer programın ilerlememesi için bir pazarlık masası kurabilir. Yine de İran’ın 1 Ekim akşamı İsrail’i az da olsa vurması, sadece İran’ın onurunu korumak açısından değil, İsrail’in uzun süredir hak ettiği tokadın sadece bir kısmını yemiş olsa da tokat yemiş olması nedeniyle iyi bir şeydir.

Belirtmek gerekir ki sanıldığı gibi bilmem kaç milyonluk nüfusa sahip Müslüman ülkeler, İsrail saldırganlığını her daim izlemedi… Arap-İsrail savaşları hikaye değil, Suriye’den, Mısır’dan İsrail’e vaktiyle az saldırı olmuş da değil ancak İsrail’e karşı savaşan Araplar sadece İsrail ile değil aynı zamanda ABD ile savaştığı ve kendi hataları olan mezhepsel/içsel ayrılığa yenik düştükleri için başarılı olamadılar. Ki bu mezhepçilik konusunda İran’ın da fazlaca etkisi olduğunu söylemek haksızlık olmaz. Ve geçtiğimiz hafta Nasrallah’ı İsrail öldürmüşken Suriye’de tatlı dağıtılması, Lübnan’da ise sokaklarda Suriyelilerin dövülmesi yani İsrail’den kötek yiyip İsrail yerine birbirlerini kötekleyen Müslümanların haline bakınca pek de akıllanmış gibi görünmüyoruz ama yine de az zarar vermiş olsa da İran’ın “o kadar da uzun boylu değil” diyerek İsrail’i vurması iyi bir şeydir, keşke İran yalnız kalmasaydı da birkaç Müslüman ülke daha İsrail’e birkaç füze armağan etseydi, neyse fazla hayalperest olmamak gerekiyor zira…

Zira, bölgedeki mezhepçilikte İran’ın da payı olsa da Körfez ülkeleri bir süredir İsrail ile normalleşmeye çalışıyordu, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgede İsrail ile “normalleşip” bölgenin de “normalleşmesi” için çalışmak garipsenecek bir durum değil, anlaşılabilir ancak İsrail son dönem zulmünü ayyuka çıkartmışken yani “ben normal değilim, benimle normalleşilmez” dedikten sonra bile İsrail ile normalleşmeyi beklemek, en azından bu saatten sonra rasyonel bir tercih olarak kabul edilse de kesinlikle ahlaki bir tercih olamaz. Yine de İran’ın İsrail’i hafif de olsa vurması iyi bir şeydir.

ABD, “big bro” rolünden ödün vermemek adına doğrudan bölgedeki gelişmelere atlamış durumda, peş peşe yaptığı İsrail’e destek açıklamaları yanında İsrail’in güvenliğine yardımcı olduğunu da belirtti ve İran’ın bölgede tehlikeli bir işe giriştiğini not düştü. Ancak satır aralarından da İran’ın İsrail’e saldırmadan önce big bro’yu haberdar ettiğini okuduk. Yani İran’ın kontrollü bir saldırı yaptığını, “sınırımı aşmayacağım, pek de başıma buyruk davranmıyorum” mesajı verdiğini söylemek abartı olmayacağı gibi yakın gelecekte bölgede derin bir çatışmanın en azından İran ve İsrail arasında olmayacağının sinyallerini verdi. Yine de İran’ın İsrail’i vurması iyi bir şeydi.

“Savaş kötüdür, İsrail’e bir saldırırsınız o size üç saldırır, daha fazla insan mı ölsün, İsrail’e güç mü yeter, bakın İran yine çok hafif vurdu, aman sıra bize mi gelsin, yok efendim bölgede çatışmalar daha geniş bir alana mı yayılsın” şeklinde itirazlar gelebilir. Yani, “İran’ın İsrail’i az da olsa vurması iyi bir şeydir” ifadesine eleştiri gelebilir. Açıkçası bir süre öncesine kadar bu itirazlar haklı da kabul edilebilirdi ancak bu saatten sonra yani İsrail saldırganlığının boyutlarını, vahşetinin dozunu arttırdıkça durdurulması gerekirken izlendiği için ve hatta desteklendiği için İran’ın İsrail’i az da olsa vurması iyi bir şeydir. İran’ın İsrail’e 200 balistik füzeyle saldırması, İsrail küstahlığını düşünüce hiç de az buz bir şey değil. İsrail’in vatandaşlarından vurulan yerlerle ilgili “kesinlikle” video ve fotoğraf paylaşılmamasını istemesi bu saldırının öncekiler gibi yok hükmünde olmadığının göstergesidir. Günün sonunda, az da olsa, acısız da olsa İran’ın İsrail’i vurması iyi bir şeydir.

İran-İsrail gerilimi sonrası Türkiye’yi bölgenin önemli aktörü olarak göstermeye çalışırken mevcut çapsızlıkları nedeniyle bölgenin önemli aktörü Türkiye’yi, bölgenin drama queen’i gibi gösterme pahasına “İsrail’in sıradaki hedefi Türkiye” çığırtısı koparanlara takılmadan ve katılmadan, İsrail saldırganlığının Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini, Bahçeli’nin DEM Parti çıkışı ve Kürt meselesiyle paralel ele almayı da nasipse bir sonraki yazıda ele almak üzere; “şimdilik” İran’ın İsrail’i vurması iyi bir şeydir, diyerek bu yazıyı noktalayayım.