Geçtiğimiz Cuma günü İsrail, Hizbullah karargâhına yaptığı bombalı saldırı sonucu Lübnanlı Şii silahlı örgüt Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ı öldürdü. Böylece İsrail, Hamas’ın 7 Ekim Saldırısı sonrası başlayan süreçte birçok üst düzey Hizbullah komutanı gibi örgütün liderini de öldürmüş oldu.

Nasrallah’ın ölümü ve İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal girişimi sonrası Levant bölgesinin jeopolitiğinin nasıl değişeceği ayrı bir tartışma konusu. Bununla beraber, bu çok önemli suikaste ister istemez Türkiye’den de çeşitli siyasal akımlar tarafından farklı tepkiler gösterildi ve bu tepkiler dikkate değer tartışmalara yol açtı.

Özellikle iki farklı grup içindeki tartışmalar dikkat çekiciydi: İslamcılar içindeki Sünni ve Şii/Alevi gruplar ve sol içindeki sosyalistler ve Kürtler.

Bu yazıda Nasrallah suikastine verilen tepkiler bağlamında bu tartışmaları biraz irdelemek istiyorum.

Batı Asya’da Sünni-Şii çatışması

Malûm, oldukça çatışmalı bir coğrafya olan Batı Asya’da tek çatışma ekseni İsrail ile Filistin ve diğer İslam/Arap ülkeleri arasında değil. Bir diğer çok önemli çatışma ekseni de bölgedeki Sünni ve Şii ülkelerin devletleri ve bu devletlere bağlı örgütler arasında.

Hatta bu çatışma öyle bir noktada ki, Sünniler ve Şiiler aynı oranda İsrail’den nefret etmelerine rağmen, İsrail’in Şii bir lider olan Nasrallah’ı öldürmesi bazı Sünni çevrelerde sevinçle karşılanabiliyor.

Bunda tabii Hizbullah’ın Suriye İç Savaşı’nda oynadığı rol önemli bir etken. 2013’ten itibaren Hizbullah, İran destekli Esad rejiminin yanında Sünni muhalefete karşı savaştı ve potansiyel olarak birçok sivil katliamına ve savaş suçuna ortak oldu. Bu da Nasrallah’ın öldürülmesinin Türkiye ve Suriye’deki Sünni İslamcı gruplarca sevinçle karşılanmasına yetti.

Ancak unutmamak gerekir ki, Nasrallah Suriye İç Savaşı’ndaki rolünden ötürü değil, İsrail için bir tehdit olduğu için öldürüldü. Hizbullah’ın Filistin’de destek olduğu Hamas son tahlilde Sünni bir örgüt. Eğer Hizbullah meseleye salt mezhepçi bir yerden yaklaşsa, Filistin’e hiç destek olmayabilirdi. Ayrıca, Hizbullah zaten bundan 24 yıl önce İsrail’i Güney Lübnan’dan çıkarmayı başardı. Meseleye sadece mezhepçi değil, ulus-devlet perspektifinden baksa da Hizbullah Filistin’e ya da Hamas’a hiç destek vermeyebilirdi. Ama o tam tersini yaptı ve bedelini de bunca yıllık liderleri dahil birçok üst düzey komutanını kaybederek ödedi.

Burada Türkiye’yi de dahil ederek Sünni ülkeler açısından açık bir çelişki söz konusu. Sünni ülkelerin devletleri madem Filistin davasının İran’a ve onun bölgesel vekil güçlerine bu kadar bağlı olmalarından rahatsızlar, o zaman bu davaya kendileri daha çok sahip çıksınlar ve dolayısıyla Filistin de kendisini İsrail teröründen koruyabilmek için İran’a mecbur kalmasın.

Ancak bu ülkelerdeki neredeyse tamamı diktatörlük olan rejimler hem kendi iktidarlarını koruyabilmek adına bunu yapmıyorlar hem de İran’ın Filistin davasına bu dereece angaje olmasından rahatsızlık duyuyorlar. Hatta işi İsrail, İran ve bağlantılı örgütlere zarar verdiğinde sevinecek noktaya kadar vardırabiliyorlar.

Batı Asya’da Kürt meselesi

Batı Asya’daki bir diğer çatışma ekseni Kürtler ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri arasında.

Kürtlerin sağ ve milliyetçi eğilimli olanları aslında İsrail’in bölgede güç kazanıyor ve İran’ın ve onun vekil güçlerinin güç kaybediyor olmasından oldukça memnunlar. Çünkü, bölgedeki statükoda mevcut bölge devletleri Kürtlerin özerklik veya bağımsızlık taleplerini kabul etmiyor ve bastırıyor. Kürtler ise bu hedeflerine bölgede diğer bir yalnız devlet olan İsrail’in ve onun arkasındaki asıl güç olan ABD’nin desteğiyle ulaşabileceğini düşünüyor.

Ancak bu noktada Kürtlerin sağ ve sol kanatları arasında bir ayrım söz konusu.

Sağ ve milliyetçi eğilimli Kürtler, meseleye kendi milli çıkarları ve reel jeopolitik perspektiften bakarak İsrail’in bölgede güç kazanmasından memnuniyet duyarken, solcu Kürtler meseleye daha çok adalet ve eşitlik perspektifinden bakıyor ve insani bir duruşla İsrail’in Filistin’deki soykırımına ve bölgesedeki askeri saldırganlığına karşı çıkıyor. Örneğin, DEM Parti son yaptığı açıklamada İsrail’i bu bağlamda kınadığını açıkladı ve bu açıklama sağ/milliyetçi eğilimli Kürtlerden büyük tepki aldı.

Solcu görünümlü Kürt milliyetçileri

Kürtler içerisinde bir de ikili oynayanlar, solcu gibi gözüküp aslında Kürt milliyetçisi olanlar var.

Türkiye’deki Kürt hareketi içerisinde bazı bilindik figürler, bir yandan içinden geldikleri sol gelenek gereği ve tabii entelektüel prestiji düşük olduğu için “Kürt milliyetçisi” gibi görünmek istemiyorlar ve kendilerini “solcu” olarak lanse ediyorlar. Ancak diğer yandan bakıldığında İsrail’le ilgili her konuda Kürt milliyetçileri ile aynı pozisyonda konumlanıyorlar.

Örneğin, Eren Keskin’in Nasrallah’ın öldürülmesi sonucu attığı tivit[1] bu durumun tipik bir örneği (aynı şekilde Ayşe Hür’ün bu konudaki tivitleri de aynı bağlamda değerlendirilebilir). Eren Keskin, İsrail’in Gazze’de çoluk çocuk demeden on binlerce insanı öldürdüğü ve şimdi de Lübnan’ı bombaladığı bir ortamda, Nasrallah’ın “LGBT haklarına karşı” olduğu gerekçesiyle kendisine “devrimci-direnişçi diyemeyeceğini” söylüyor. Yani aslında kendisi Kürtlerin milli çıkarları gereği Nasrallah’ın öldürülmesinden ve İsrail’in bölgede güç kazanmasından oldukça memnun ama bunu Kürt milliyetçileri gibi açıkça ifade edemediği için “LGBT hakları” gibi sol gerekçelere başvuruyor. Soykırım yapılan bir ortamda sanki bu büyük bir öncelikmiş gibi.

Bu durum da tabii Türkiye’deki sosyalistlerin ve sol-ulusalcıların tepkisini çekiyor. Ki, bu siyasal akımların en önemli unsurlarından birisinin anti-emperyalizm ve anti-Amerikancılık olduğu düşünülürse bu durum şaşırtıcı değil. Hizbullah son tahlilde İslamcı bir örgüt ancak bölgesinde İsrail’i ve dolayısıyla ABD’yi gerçek anlamda sınırlayabilen de tek güç. Dolayısıyla, Hizbullah’ın anti-Amerikancı sol içindeki prestiji yüksek.

Tabii, “Hizbullah gibi son tahlilde İslamcı bir örgüte sırf anti-emperyalist diye destek vermek doğru mu” sorusu tartışılabilir. Ne var ki, Eren Keskin ve Ayşe Hür gibi isimilerin bir yandan kendilerini “sol” içerisinde tanımlayıp diğer yandan sırf Kürt milli çıkarlarına hizmet ediyor diye kılıfına uydurup bir şekilde İsrail’e destek veriyor olmalarının son derece çelişkili olduğu da açık.

Şu ayrım iyi anlaşılmalı: “Milliyetçi”, meseleleri kendi milli çıkar perspektifinden değerlendirir. Her olayda “benim milletimin bu işten kârı veya zararı nedir” diye düşünür. “Solcu” ise meseleye daha geniş bakar, sadece kendi milletinin değil her milletin eşitlik ve adalet taleplerini önemser. Elbette milliyetçi olmak da bir tercihtir ama hem kendini solcu gibi gösterip hem de hemen her konuda milliyetçi tutum almak kabul edilebilir bir şey değil.


[1] https://x.com/KeskinEren1/status/1840071003118219360