Her gün değişen ve hızına yetişmekte zorlandığımız gündemi değiştirmemeye gayret gösterirken, bir yandan yerel seçimlerin yaklaşması ile de siyasete evrilen yoğunluğu aynı gündemin içinde tutmaktır çabamız.
Hassasiyetlerimiz, çabamız, amacımız, amasız ve fakatsız her şeyden önce insan olabilme yetimizin ortaya koyduğu zaruretleri birer farkındalığa dönüştürmek olmalı.
Evet, yine Gazze’yi yazıyorum. Aranızda bazılarının ‘’yeter artık’’ dediğini duyar gibiyim, ama yetmez değerli okurlarım, yetmiyor. Biz yetmesi için elimizden geleni yapmıyoruz ve bu zulüm bitmiyor.
Bugün, film izler gibi izlediğimiz zulmün neticesinde başta bebek ve çocuklar, akabinde kadınların çoğunluğunu oluşturduğu 30 binin üzerinde şehit var Gazze’de.
Efendimizin de buyurduğu gibi ‘elimizle-dilimizle’ duyurup engellemeye çalışmalıyız. Dilimizle sosyal mecralarda unutmadan, bıkmadan usanmadan, rehavet göstermeden zulmü duyurmaya, o dayanılmaz görüntüleri olabildiğince paylaşmaya gayret göstereceğiz. Dilimizle yapacağımız müdahale ne yazık ki bundan ibaret.
Peki ya elimizle?
İşte sorun burada; biz günümüz Müslümanları olarak rahatımızdan vazgeçip, alışkanlıklarımızdan ayrılamıyoruz. Gösterişten uzak duramıyor, bilmem ne markasını giymeden güzel olamıyor, adı lazım değil içecekleri içmeden tad alamıyor, belli deterjanları kullanmadan temizlenemiyor, konforumuzu tamamlayamıyoruz.
Zulmü gördüğümüzde sözüm ona sadece üzülmekle yetiniyor, bakmaya bile dayanamıyor ama eyleme geldiğinde alışkanlıklarımızı terk etmiyoruz. Edemiyoruz değil, bile isteye boykot ürünlerini kullanmaktan imtina etmiyoruz.
Bunun için bahanemiz de hazır, ‘’devlet neden izin veriyor?’’ siyasi hesapların, bürokratik stratejilerin argümanlarını tutmak benim meselem değil, bu benim için bir kaçış değil. Herkes şahsi olarak verecek hesabını Allah’a.
Evet, kızgınlıklarımız yok mu siyasi büyüklerimize, elbette var. Müslüman dahi olmayan bazı devlet başkanlarının, bu soykırım karşısında sessizliğini bozması ve İsrail’e bir takım yaptırımlar uygulamasını takdir ederken sorgulamıyor muyuz kendi devlet başkanlarımızı…
Ancak değerli okurlarım, bu bir kaçış, bir bahane olamaz bizim için. Biz sesimizi daha gür çıkaracağız ve boykot meselesini daha itinalı bir şekilde uygulayacağız ki, kimse bu durum karşısında gevşeklik göstermesin.
Biz Müslümanların zulme karşı tutumu, hiç şüphesiz ki İslami öğretiler ışığında şekillenmelidir. Bildiğiniz gibi yüce dinimiz adil olmayı ve zulme karşı çıkmayı temel bir prensip olarak benimsemektedir.
Ancak maalesef ki günümüzde şahit olduğumuz gibi birçok Müslüman toplumunda, zulme sessiz kalınması ya da yeterli tepkinin gösterilmemesi, genel bir sorun olarak önümüze çıkıyor. Siyasi baskıdan ekonomik çıkarlara, toplumsal apatiden ve topluluk içindeki çatışmalardan bireysel korkuya dayanan bu geniş yelpazeyi, her şeyden önce insan olarak gözden geçirmemiz gerekiyor.
Müslüman toplumların içinde bulunduğu, zulme dur deme konusunda etkili olabilecek birleşik ve güçlü bir duruş geliştirememesinin nedenlerinden bir diğeri ise ne yazık ki toplum olarak kendi içimizdeki ayrışmalar, bu ayrışmalar ittifak yapma ve birlik içinde hareket etme kabiliyetlerini minimize ediyor.
Bu bağlamda toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek ortak bir merhamet ve adalet anlayışı etrafında toplanması gerektiğini hatırlayalım.
İnançlı insan olmanın dışında merhamet sahibi olmak ahlaki yükümlülükleri, her durum ve koşulda adaleti sağlamak ve zulmü önlemek için harekete geçmeyi gerektirir. Zulme karşı çıkmak yalnızca ilahi bir emir olmanın ötesinde, insanlık onurunun ve vicdanın gerekliliği olduğunu da unutmadan hareket etmek ve yapılan bu soykırıma sessiz kalmanın veya yeterli şekilde mücadele etmemenin bedelinin, her gün göz yaşları içinde gözlemlediğimiz sonuçlara gebe olduğunu unutmadan hareket etmek lazım.
Sonuç olarak rehavetin getirdiği bu sessizliği kırmak ve daha adil bir dünya için birlikte hareket etmenin yollarını bulmak gerek.
Selam ve dua ile…