NATO ülkelerinin dışişleri bakanları yeni NATO Genel Sekreterini seçmek için Prag’da bir araya geldiler.
Türkiye, mevcut Genel Sekreter Stoltenberg’e “Yardımcının Türk olması şartı” ile destek vermişti ama bu istek karşılanmadı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katıldığı gayrı resmi toplantıda öne çıkan aday Hollanda Başbakanı Mark Rutte oldu.
Türkiye’nin son yıllarda her ne kadar NATO krizlerine sebep olduğu algısı olsa da aslında Türkiye’nin NATO’nun genişlemesine ve güçlenmesine karşı bir tutum değişikliği hiçbir zaman olmadı.
Bu nedenle ABD’nin de desteğini alan Rutte’ye karşı Türkiye’nin açık çek sunmasa da geçen seçimlerden talebinin karşılanması adına Romanya Cumhurbaşkanı Klaus Iohannis’i destekleme ihtimali daha yatkın görünüyor.
Macaristan’ın açıkça karşı çıktığı Rutte’nin Rusya ile ilişkilerde zorluk yaşanan bir dönemde doğru aday olup olmadığı çok önemli bir soru hâline geliyor.
Çünkü ittifakın lideri ABD, Ukrayna’ya verdiği Amerikan silahlarının Rusya’ya karşı kullanılmasına izin verdi.
Savaşın seyri uzun zamandan beri ortada kalmışken bu adımla Biden’ın Rusya’ya geri adım attırmak ve Trump ile yarıştığı seçim sürecinde öne geçmeyi hedeflediği açıkça görülüyor.
Tüm bu çılgınca yaklaşıma rağmen Rusya’nın nükleer saldırı tehdidinde bir azalma olmadı.
Rusya, nükleer bomba kullanır mı?
Bence kullanma ihtimali hiç de az değil.
Soykırıma neden olabilecek bir saldırıya kalkışmayacağına emin olsam da Sibirya’nın soğuğunu yiyenlerden korkulur!..
Gelelim Türkiye’nin gerçeğine…
Aylardır en üst perdeden haziran ayını işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın terörle mücadele operasyonlarını ne zaman başlatacağı bir sır hâline geldi.
Son yıllarda artan SİHA gücü ile NATO içinde ciddi bir itibar kazanan Türkiye’nin ittifaktan sağladığı desteği sorguladığı, buna rağmen ittifaktan da vazgeçmediği bir dönemde bu operasyonların yansıması dikkatle takip edilecek.
Özellikle İsrail’in Gazze’nin Refah bölgesinde masum insanların acımasızca katlettiği bir zamanda Türkiye’nin bu katliamlara karşı sesini yükseltmesi, buna rağmen diğer ittifak ortaklarından bu konuda anlamlı bir ses çıkmaması çok ilginç oldu.
İnsanlık onurunu ayaklar altına alan bu durumu rağmen NATO üyesi bazı devletlerin Filistin’i tanıması yakın zamanda ABD’de gerçekleşecek NATO zirvesinde de gündeme gelebilir.
“Barış için ittifak” anlayışında önemli bir eşikte olan NATO’nun kimin barışına hizmet edeceğinin tartışılacağı bir yaz dönemi olacak.
Türkiye için ise yaz dönemi daha da farklı geçeceğe benziyor.
Ekonomi de ise işler iyi gidiyor…
Cazip faiz farkından faydalanmak isteyen yabancıların dolar girişi kısa zamanda ülkeye 60 milyar dolar kazandırdı.
Sıcak paraya güven olmaz tabii ki…
Bunun kalıcı olması için uluslararası piyasaların iyileşmesi ile birlikte Türkiye’nin faiz çıtasını yavaşça aşağı çekmesi gerekiyor.
Bu da kolay bir iş değil.
Yabancı yatırımcının gelmesini sağlayacak düzenlemeler bu zamana kadar Avrupa Birliğine yönelik içeriktekiler oldu.
Meclis’in yaz döneminde tatili biraz ertelemesi ve yeniden AB rotası çizme ihtimali iyiden iyiye konuşulur vaziyete geldi.
Erdoğan yirmi yıl önceki hikâyesini yeniden yazmaya çalışıyor ama ne Avrupa eski Avrupa ne de Erdoğan eski Erdoğan…
Avrupa’nın daha kapalı, Türkiye’nin ise daha sabit olduğu bir zamanda üstüne üstlük, birlikten ziyade tamamen oportünist amaçlar taşıyan Geri Kabul Anlaşması gibi ilişkilerle uzlaşma zemini yakalamak epey zor gibi görünüyor.
Türkiye’nin ev ödevini yapması için hem demokrasi hem de insan hakları karnesi iyileştirmesi önemli bir kıstas olacak.
Bu zamana kadar terörle mücadele gerekçesi ile sündürülen hukuk sisteminin tekrar itibar kazanması için Anayasa kozu siyaseten sahaya sürülse de Avrupa’nın çok umurunda olmayan bir zamanda tekrar ilgi nasıl kazanılacağı büyük bir merak konusu olacak.
Trump’ın seçimi kazanması ve Çin’in yeniden düşman hâline gelmesi durumunda Çin’e karşı ekonomik bir izolasyondan faydalanabilecek Türkiye’nin Kalkınma Yolu gibi projelerle Batı finansmanını bölgeye çekme ihtimali masanın bir köşesinde duruyor.
Her seçeneğin merkezinde tek amaç barındırılıyor o da sorunsuz beş yılı tamamlama arzusu…
Fakat bu iş öyle kolay olmayacak çünkü taban her geçen gün kaynıyor.
Toplumun iyileşen makro dengelere rağmen mikro ölçekte talep daralmasına maruz bırakılması halk hareketlerine neden olabilir.
Etrafımdaki homurtular giderek artıyor.
Dar gelirlinin talepleriyle tasarruf tedbirlerinin yetersizliği arasında geçen gündemin Eylül ayında okulların açılmasıyla büyük bir kırılıma uğrama ihtimali var.
Bu yaz ekonomik ve dış politik tercihlerin masaya yatırılacağı ve yeni yıla bambaşka bir Türkiye ile girilmeye çalışılacağı intibasını uyandırıyor ama değişime inandırmak kolay olmayacak.
Değişim için AK Parti’nin kampı sonrasına işaret edilse de bakanlıklarını korumak isteyenlerin ekran görünürlüğünü artırdığı ve proje üstüne proje açıklaması yaptığı bir yarış hali yapısal reformdan ziyaden bir kişiye oynama dürtüsünü devam ettiriyor.
Bu düzen değişecek de ekonomi ve dış politika ne kadar etkili olacak bunu bu yaz göreceğiz.
Benden söylemesi…