Bildiğiniz gibi geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 aydır dinmeyen Filistin’deki soykırımın müsebbibi Siyonist İsrail’e dikkat çekerek ‘’nasıl Karabağ’a, Libya’ya gittiysek oraya da gideriz’’ ifadelerini kullanmıştı. Bu sözlerden rahatsız olan katil, terör devleti İsrail’in Dışişleri Bakanından Cumhurbaşkanımıza ‘’Saddam Hüseyin’in izinden gidiyor’’ diyerek alçakça ölümle tehdit mesajı gecikmedi.

İsrail’in, ilişkileri hiçbir zaman iyi olmayan Saddam Hüseyin rejimindeki Irak’ı örnek göstererek, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmekteki amacı, ABD’nin Türkiye’ye girmesini istemesi olabilir mi ?

Sizlerin de malumu Irak ve İsrail arasında tarihin her deminde bir gerginlik hakimdi, bu gerginlik Saddam Hüseyin zamanında da tırmanarak devam etti. Saddam Hüseyin’in İsrail’e sürekli tehditlerde bulunması ve Körfez Savaşı sonrası da bu tehditlerin devam etmesi Ortadoğu’daki gerginlikleri tırmandırmıştı.

Tabi bu tehditler sonrası ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri de boş durmayarak Irak’a karşı harekete geçti. Koalisyonu bölmek ve Arap dünyasında destek kazanmak amacı taşıyan Saddam, İsrail’e tam 39 Scud füzesi fırlattı. İsrail, koalisyondan gelen baskılar sebebiyle o an Irak’a karşılık vermedi.

İsrail’in bu saldırılara karşılık vermemesi ABD’de koalisyon güçlerinin birliğini koruması için önemliydi.

Saddam Hüseyin’in İsrail’e karşı tehdit ve saldırıları, bölgesel politikaların ve güvenlik stratejilerin şekillenmesinde önemli bir rol oynayarak, ‘’vadedilmiş topraklar’’ hayali ile Ortadoğu’yu ele geçirmek ve istediği gibi hareket etmek için zaman kollayan Siyonist İsrail için büyük bir fırsat olmuştu.

ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri tarafından 2003 yılında, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve Saddam Hüseyin’in terörizme destek verdiği iddiası ile işgal başlatılmış, Irak, ABD rejiminin eline geçmiş ve üç yılın sonunda Saddam Hüseyin idam cezası ile infaz edilmişti !

Kendileri için büyük bir tehdit olarak gördükleri Saddam’ın infazıyla artık Ortadoğu’da yıllarca sürecek kaos ve katliamların ve akacak kanın ızdırabı yaşanmaya başladı.

Böylelikle Büyük Ortadoğu projesi işlemeye başlamış, artık Arap Baharı esintileri hız kazanarak tüm Ortadoğu’da yayılmıştı.

Sıra geldi Arap milliyetçiliğine ve İslam’a dayalı bir politika izleyen, İsrail’e karşı sert bir retoriği benimseyerek Filistin davasını destekleyen Muammer Kaddafi’ye…

Evet, medyanın manipülasyonları ile tam bir diktatör olduğuna inandığımız, hatta belki de katliamına bile sevindiğimiz Muammer Kaddafi…

Kaddafi, İsrail’i hiçbir zaman meşru bir devlet olarak tanımadı ve sık sık İsrail’in varlığına karşı çıkarak zaman zaman savaş çağrısı yaptı ve Arap ülkelerini İsrail’e karşı birleşmeye çağırdı.

Bilindiği üzere Kaddafi, Filistinli militan gruplara askeri malzeme ve mali destek sağlıyor, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) dahil olmak üzere İsrail’e karşı direniş gösteren birçok gruba ev sahipliği yaparak desteğini esirgemiyordu.

Elbette Kaddafi’nin İsrail’e karşı tutumu başta ABD olmak üzere Batı ile olan ilişkilerini de etkiledi. İsrail’e karşı olan düşünce tutumunu net bir şekilde ortaya koyan Kaddafi’nin varlığı, Irak’tan sonra Ortadoğu’daki engelleri ortadan kaldırmak için bir bir işleyen plana bir tehditti.

Kaddafi’nin İsrail’e yönelik tehditleri ve sert üslubu çok sürmedi ve iç karışıklıklarla protestolar büyüyerek rejim güçleri ve isyancılar arasında şiddetli çatışmalar başlamış, isyancıların hız kesmeyen protestoları sonucu Kaddafi memleketi Sirte’de yakalanarak ve linç sonucu öldürülmüştü.

Kaddafi’nin ölümü sonucu ülke parçalanmış olarak farklı fraksiyonlar tarafından halen çatışmaların devam ettiği, politik ve ekonomik istikrarsızlığın baş gösterdiği bir hal içerisinde.

Saddam Hüseyin, Kaddafi ve son olarak  Mısır’da Mursi’nin de hayatını kaybetmesi, olası büyük Filistin işgalinde ayak bağı olacak liderlerin İsrail için tehdit olmaktan çıkmasıydı.

Arap Baharı etkisi bununla sınırlı kalmayacaktı tabi ki ve Suriye’de başlayan iç karışıklık ve çatışmalar hız kesmeden tüm Ortadoğu’yu sarmaya başladı.

Rejim karşıtlarının büyüyen protestoları sonucu iç savaş başlamış ve Ortadoğu’da İsrail’in perde arkasından ateşlediği fitil tüm bölgeyi hızla sarmıştı.

Tüm bunları bir özet halinde geçmemin sebebi hafızaları yoklamak. Bu ateşin sözde doğayı korumak adı altında gezi olayları ile Türkiye’ye sıçramasını hedefleyenlerin hevesleri kursağında kaldı. Ortadoğu’da saman alevi gibi hızla yayılan isyancı protestoları Türkiye’de tutmadı. Erdoğan’ı yıkmak için her yolu deneyen rejim, özellikle son yıllarda Ortadoğu'daki istikrarsızlık ve dökülen kanın müsebbipleri vekalet savaşlarını tercih ediyor ve maşalarını kullanıyor.

Türkiye'de de 15 Temmuz'a kadar gelen sürece baktığımız zaman benzer çok sayıda senaryoyu görmek mümkün. Güneyimizde kurulmak istenen terör devleti tamamen İsrail'in emirlerine hizmet edecek ve arz-ı mev’ud bu sayede gerçek olacak. Hayal bu ya, onu gerçekleşmesi için gerek Ortadoğu ve gerekse Filistin meselesini en yüksek perdeden dünyaya haykıran liderin yani Recep Tayyip Erdoğan'ın ortadan kaldırılması ve Türkiye'de kalıcı bir istikrarsızlığın tesis edilmesi hayati önem taşıyor onlar için. Ancak bugüne kadar kullandıkları maşalar eliyle başaramadılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e yönelik bugüne kadar ki en sert ve en net konuşması sonrası İsrail'den yapılan açıklama, maşayı tutan elin devreye girdiğini ve Türkiye'ye karşı, dahası Recep Tayyip Erdoğan'a karşı gerçek niyetin en üst perdeden açık edildiğini gözler önüne serdi...

Geçmişte farklı bölge ülkelerinde yaşanan olayları örnek vermemdeki gaye, Türkiye'de de gelecekte oynanacak büyük oyunu ifşa etmek...

Bu durum bölge ülkeleri, küresel güçler ve Türkiye'deki muhalefet kanadı için önemli bir imtihan...

Filistin meselesinde yeterince varlık gösteremeyen İslam ülkelerinin İsrail'in Türkiye'ye karşı ve Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik tehdidi sonrası nasıl bir pozisyon alacakları önemli.

İkincisi Amerika ve Avrupa'daki İsrail müttefiklerinin bundan sonra nasıl bir strateji uygulayacakları da önemli.

Üçüncüsü ve bana göre en önemlisi Türkiye'de muhalefet ve muhalif kesimlerin kimden yana saf tutacağı…

Geçmişte ne yazık ki hiç iyi örnekler görmedi bu ülke. Recep Tayyip Erdoğan gitsin de isterse PKK gelsin diyebilecek kadar pervasızlaşan, bölücü terör örgütünün siyasi uzantılarını iki kişiden birinin oyunu vererek meclise taşıyan, fethullahçı terör örgütü mensuplarının yurt dışında çizdiği senaryoları olduğu gibi kabul ederek Türkiye'de iç karışıklığa kapı aralayan muhalif kesim için yine yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz.

İsrail aylardır sürdürdüğü insanlık dışı savaşı farklı cephelere yayarak ilerlemek istiyor, hedefin neresi olduğunu herkes çok iyi biliyor.

Amerika’daki seçimleri de fırsat bilerek önünde hiçbir engel bırakmadan Türkiye'yi işgal planını adım adım tasarlıyor...

Oyunu hepimiz görüyoruz, açık tehdidi hepimiz gördük okuduk..

Şimdi her fırsatta orada burada ne işimiz var diye Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir güç olma yolundaki hamlelerini küçümseyen kesim dahil olmak üzere, herkesin aklını başına toplaması hayati önem taşıyor..

Yani safları sıklaştırmanın tam zamanı…

Selam ve dua ile…