İyileşme olacak mı yoksa yeni rüya anlatımları mı dinliyoruz?
Vatandaşın sisteme olan güvensizliği had safhada…
Güvensiz olması da çok yerinde bir durum…
Çünkü hayatı iyiye gitmiyor.
Koç Üniversitesi’nde Selva Demiralp’ın yönetiminde yapılan enflasyon algısı çalışması enflasyonun tüm gelir düzeyleri tarafından yaklaşık yüzde yüz oranında hissedildiği bilgisini ortaya koyuyor.
Fakat buna rağmen TÜİK’in açıkladığı oranların asla buraya gelmediğini görüyoruz.
Çünkü bunun sebebi enflasyon ölçüm kalemleri…
Yani basit anlatımla durum şu:
Para politikası bozulup da tetiklenen enflasyonu bitirmek için piyasadan çekilmesi gereken para öncelikle emeği ile geçinen kişileri etkiler.
Bu kişiler gelirlerindeki düşük artışa rağmen enflasyonun getirdiği durum nedeniyle mal ve hizmetlerde gerçekleşen yüksek artış nedeniyle temel tüketim ürünlerine yönelirler ve bu durum stokçuluğu beraberinde getirir.
Sonuç itibarıyla da temel gıda ürünleri başta olmak üzere birçok kalemde yükselen talebi karşılayacak yeterli üretim olmaması nedeniyle hızla yükselen bir talep enflasyonu ortaya çıkar.
Bu durum bir sarmala neden olur ve düşük gelir grubundaki bu insanların temel ürünlerde daha fazla enflasyona maruz kalması sonucunu doğurur.
Çözüm ne?
Çözüm ise oldukça basit: Ekonominin ayarlarıyla oynamayacaksınız!
Siyasal ikballer için de olsa uluslararası sistem için de olsa insanlar hayatlarını planlamanın getirdiği konfor alanında yaşamak isterler.
Geleceğe güvenle bakabilmek için geleceğin neler getireceğini az çok ölçümlemek isterler.
Yani, bir kişinin eğitim aldıktan sonra iş hayatına girmesi ve hayatını yaşayacak gelirle birlikte istek ve ihtiyaçlarını karşılama çabası ekonomik anlamda hayatın özetidir.
Öngörülebilir bir sistemde kişilerin hayatı bu kapsamda kolayca yol haritası belirleyebilecek ölçekte şekillenir.
Fakat Türkiye bu kapsamda siyasetçilerinin sabıkalı olduğu bir ülke olarak görünür.
Çünkü tasarruf, verimlilik artışı, istihdam ve teknoloji odaklı büyüme yerine günü kurtarma, ahbap çavuş ilişkisi, seçmen kitlelerinden siyasetçiye yakın olanlara kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi ve ideolojik yakınlık gösterenlere kamu içerisinde ayrıcalık tanınarak liyakat sisteminin bozulması senaryoları gerçekleşir.
Ülkemizin uzun yıllardır yaşadığı çarpıklığın esas sebebi budur.
Bunu anlamak zor değil ama anlamamak birçoklarının işine geliyor.
“Vatan, Millet, Sakarya…” nidaları, ayrıcalık elde etme ihtimali belirinceye kadar sürüyor.
Bu nedenle ülkemizin gerek ekonomik gerek de siyasal en büyük sorununun büyük bir ahlâk problemi olduğu açıkça görülüyor.
Fakat kendisini savunmak adına herkesin yüksek ahlâk sahibi olurken aynı zamanda herkesin en mağdur olduğu garip bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bu da insanımızın büyük ölçekte düşünce yapısının benmerkezci bir yaklaşıma teslim olduğunu gösteriyor ki, bu bence en tehlikelisidir.
Kırsalda yaşayan insanların daha çok, “Küçük olsun benim olsun!” yaklaşımıyla hareket etmesi ve kendi kendine yeter ölçekte geçinenlerin de “Kimseye eyvallahının olmaması!” insan olarak en hayvani yönlerimizin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Kimseye muhtaç olmamakla, birlikte yaşamak arasında gidip gelen düzeni var eden tek gerçek ise kamu gücü ile sağlanan sosyal düzendir.
Bunu kamu gücü ile sağlamak Batılıların felsefi temelinde zaten yer alan bir durum…
Orada sorun yok.
Onlar bunu kabul ediyorlar.
Çünkü insan olarak önce bireyin, sonra da toplumun tanımlanması ve refleksleri üzerine uzun uzun çalışılmış ve yaşanmışlıklardan alınmış derslerle kurulan bir düzene sahipler…
Bizler ise en ulvi kimliğin bizlere ait olduğunu söyleyen fakat fırsatını bulduğumuzda da menfaatimizi artırmak için her türlü değeri yok eden bir nokta olan ikiyüzlülüğümüzü görmezden gelen bir yalanın içinde yaşıyoruz.
Ama buna rağmen gavurlara ruhumuzu satmıyoruz!..
Tabii yersen!..
Dünya düzeni aynı vahşi doğada olduğu gibi…
Kendi vahşetimizin içinde yaşıyoruz.
Yanlış ve doğru kavramlarıyla “kolaycılık arayan insanlar” boşuna kendisini kandırmasın.
İnsanlığın birbirini binlerce yıl katlettiği ve konforunu sağlamak için birbirini köle yaptığı bir dünyayı medeni göstermeye gerek yok.
Onun için bunu yapmak yerine hukuk düzeni ile birlikte istekleri karşılamaya çalışan akla yatkın bir ekonomi düzeni içinde savurulup gidiyoruz.
İşte bu savrulmanın gerçekliği çıkarlarını maksimize etmek isteyen insan varlığına dayanıyor.
O nedenle de düzeni kolay kuramadığımız gibi yıkmaya çalışanlara da kolay kolay müsaade etmiyoruz.
Halbuki sistemin yani makinanın bir dişlisi olduğumuz açıkça ortada duruyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bunu çok iyi biliyor.
Sistemin dağılan dişlilerini yerlerine koymak için gayret gösteriyor ama onun da anlamadığı bazı şeyler var.
Türk insanının dağılan sisteme güveni kolay kolay bir daha geri gelmiyor.
Enflasyonist etki nedeniyle alım gücü darmadağın olan vatandaşın daha önceki dönemlerde yapılan çalışmalara göre gelen regülasyonlara güvenmesi aşağı yukarı 18 ay sürüyor.
Yaz döneminden sonra baz etkisi ile düşecek enflasyonun getireceği hava bu 18 aylık sürecin bence başlangıcı olacaktır.
Sisteme güven için bu da tek başına yetmeyecek tabii…
Şimşek, yeni tasarruf tedbirleriyle sanayi desteklerine haziran ayı ile başlayacaklarını açıkladı.
Merkez Bankası’nın yıl sonu faiz göstergesini de iki puanlık artışla yüzde 38’e çıkarması bu durumu teyit eden bir durum ortaya koyuyor.
Bu politika daha da daralmayı, ardından da borçlarını çeviremeyeceklerin başrolde olduğu toplumsal bir bunalımı gündeme getirecek.
Siyasete bu bunalım hâline nedeniyle gereken tepki yerel seçimde verildi.
Fakat Türkiye’nin en büyük partisi olan CHP’nin patronu Özgür Özel bu seslerle yıkıcı güç oluşturmak yerine suhuletli bir çizgide kalmaya çalışıyor.
CHP içindekilerle konuştum.
Suhuletin amacı AK Parti seçmenin gönlünü almak olduğu kadar İmamoğlu’nun parti içindeki etkisini kırma hedefine de dayanıyor.
Bunu başarmanın zorluğu bir tarafa ekonomideki 18 aylık sürenin tik tak sesleriyle geri sayıma başladığı Özel’in verdiği avantajla daha bir başka boyuta kayıyor.
CHP’nin boşalttığı sert muhalefet çizgisini doldurma fırsatını kaçırmayan İYİ Parti’nin yeni Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ise köprüleri yekten atarak CHP’yi de sert siyasete zorluyor.
AK Parti’nin yumuşak gündem beklentisi ile terörle mücadele odaklı yaklaşım planlarına rağmen bu 18 ay hiç mi hiç kolay geçmeyecek!
Şimşek yaşanan sorunların çözümünün sermaye piyasalarındaki derinliğin artırılması ile çözüleceği açıklamasıyla doğru yere parmak basıyor ama bizzat kendisinin planladığı Altına Dayalı Kira Sertifikası gibi birçok ürüne rağmen vatandaşların yastık altından vazgeçmediği açıkça görüldü.
Vatandaşın alım gücü zaten tasarruf yapacak ölçekte değil.
Liyakatsiz görevlendirmelerle birlikte yüksek eğitimdeki dökülmeyi de bir tarafa koyacak olursanız durum pek de iç açıcı değil sizin anlayacağınız.
Karamsar değilim.
Olmaya da çalışmıyorum.
Ama benim baktığım parametreler Türkiye Yüzyılı’nın giderek daha fazla yok olan bir kavram hâline geleceğini gösteriyor.
Bu ekonomi ve sosyal düzen bir günde bozulmadığı gibi bir günde de düzelmez.
Nasıl olacak bilmiyorum ama oyun değiştirici hamleler yapmaktan başka çare yok!
Benden söylemesi…