Hititolog ve yazar Muazzez İlmiye Çığ geçtiğimiz Pazar günü vefat etti. Ulusalcı camiada popüler bir figür olan Çığ’ın ölümü sonrası, mevcut kültür bakanı dahil, birçok önemli isim taziye mesajı yayınladı.
Ancak, bu mesajlar sonrası yoğun bir tartışma başladı. Tartışmalar iki noktada toplandı: Birincisi, Çığ’ın “değerli bilim insanı” olarak gösterilmesine rağmen aslında bilimsel bir yönünün olmadığı, ikincisi ise Çığ’ın 1980’lerde hapisteki sosyalistler üzerinde tıbbi deneyler yapan ABD bağlantılı bir vakfın başkanlığını üstlenmiş olması üzerineydi.
Bunlardan özellikle ikincisi, ulusalcı kesimle sol kesim arasında bir tartışma başlattı. Öyle ki, normalde mevcut iktidara karşı muhalefette birleşen ve bugüne dek epey iç içe de geçmiş bu iki kesim bu defa keskin bir şekilde ayrıştı.
İdeolojilerin sentezi
Kişilerin, toplumsal grupların veya siyasal hareketlerin dünya görüşleri çoğu zaman çok farklı ideolojilerin bir sentezidir.
Aynı şekilde siyasal partiler için de bu böyledir. Örneğin, AKP ve MHP muhafazakârlıkla milliyetçiliğin, CHP solculukla Atatürkçülüğün, DEM Parti milliyetçilikle solculuğn, İYİ Parti de Atatürkçülükle milliyetçiliğin bir sentezidir.
Ancak, kişi/grup/parti son tahlilde hangisine aittir? Bazı kritik meselelere, olaylara ya da kişilere bakış bunu belli eder.
Örneğin, sosyal medyada gözlemlenebileceği üzere, Türkiye’de liberalizmle ulusalcılık/milliyetçiliğin sentezi bir dünya görüşüne sahip birçok kişi var. Kürt meselesine bakış bu açıdan bir turnusoldur ve son tahlilde bu ideolojilerden hangisine mensup olunduğunu gösterir. Kürt meselesinde Kürtlere asgari düzeyde hak vermeyen birisi son tahlilde ulusalcı/milliyetçidir.
Liberal-muhafazakârlık sentezinde de turnusol LGBT haklarıdır. LGBT haklarına pozitif bakıyorsanız liberal, bakmıyorsanız son tahlilde muhafazakârsınızdır.
İşte, Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümüne bakış da ulusalcılık ve solu birbirinden ayırmak adına böyle bir turnusol oldu.
Türkiye’de ulusalcılık ve sol
Türkiye’de ulusalcılık ve solun sentezi 1960’lara kadar gitmekte. İlk kez gerçek anlamda bir sol hareketin ortaya çıktığı 1960’larda solcular “ilerici/progresif” buldukları Kemalizme genel olarak olumlu bakmaktaydı. Deniz Gezmiş bu bakışın en bilinen örneklerinden birisi.
O dönemden beri, Kemalizm içerisinde daha sol-aydınlanmacı-halkçı yönle daha sağ-milliyetçi-devletçi yön arasındaki bir gerilim hep olageldi.
Örneğin, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu gazeteci-yazar Nadir Nadi, kendisini sağ-Kemalistlerden ayırmak için 1965’te ünlü “Ben Atatürkçü Değilim” makalesini yazdı.
Sağ-Kemalist ve NATOcu paşaların 12 Mart 1971 muhtırasından önce “milli demokratik devrimci” sol-Kemalist subayların 9 Mart darbe teşebbüsü olmuştu.
Kemalizmin sol ve sağ kanatları, 12 Eylül darbesinden sonra daha da ayrıştı. Sol-aydınlanmacı-halkçı çizgi üzerinden Kemalizmi benimseyenler kendilerini Kenan Evren’in “12 Eylül Atatürkçülüğü”nden özellikle ayırmaktaydı.
Ancak, 1990’ların ikinci yarısından itibaren, sınıf siyasetinin gerilemiş olması ve İslamcılığın yükselişiyle birlikte, toplumsal kutuplaşma ekseni tekrardan dindar-laik gerilimine oturunca, ulusalcılar ve solcular tekrardan aynı kümenin içerisinde toplandılar ve zamanla aralarındaki farklılıklar da bulanıklaşmaya başladı. Nitekim, 2000’lerden itibarenki AKP döneminde de aynı toplumsal kutuplaşma ekseninin sürdüğü ve solun ve sınıf siyasetinin artık iyice zayıfladığı bir ortamda ulusalcılık ile sol arasındaki birliktelik devam etti.
Öte yandan, 2000’lerde sol kesim AKP’ye destek verenler ve vermeyenler şeklinde ayrışınca, destek veren liberal sol, ortodoks solu “ulusalcı” olmakla suçladı ve bu sebeple “ulusalcılık sol mudur değil midir” tartışmaları alevlendi. Ancak 2010’larda AKP otoriterleşmeye başlayınca bu tartışmalar birden kesildi. Zaten demokrasi adına büyük umutlarla destek verilen AKP’nin otoriterleşerek ülkede Kemalist vesayet döneminden de despotik bir rejim kurması liberal/demokrat sola büyük prestij kaybettirdi ve bugün artık bu kesimden entelektüellerin çoğu fiilen kamusal tartışmadan silindi.
Çığ’ın devletçiliği ve bilimciliği
Atatürkçülük veya Kemalizm olarak da anılabilecek, son zamanlarda “Cumhuriyetçi” ifadesinin de kullanıldığı, ulusalcılık, temelde “laik milliyetçilik” demek. Ulusalcılık, 1923’ten 2010’lara kadar hem devlet bürokrasisine hakim hem de zaten devletin bizatihi resmi ideolojisi olduğu için en başta devletçi bir ideoloji. Bu bakımdan, Çığ’ın sosyalistleri düşman olarak gören ve onlar üzerinde tıbbi deney yapılmasında sakınca görmeyen bir zihniyete sahip olması bir yönüyle şaşırtıcı değil.
Ki zaten Muazzez İlmiye Çığ bir bilim insanı da değildi. Fahri olanın dışında herhangi bir akademik unvanı yoktu. Alanında akademik literatüre katkı koyan hiçbir eseri olmadı. 1990’lardan itibaren kaleme aldığı antik çağ ve öncesinde Batı Asya’daki uygarlıklar üzerine yazdığı kitaplar akademik literatüre katkı koyan araştırmalar olmaktan çok, içinde tartışmalı bilgiler bulunan genel okuyucuya yönelik eserlerdi. Bu kitapların tamamı sol/ulusalcı çizgideki ve bugünkü Vatan Partisi’ne yakın olan Kaynak Yayınları’ndan yayınlandı.
Aslında Muazzez İlmiye Çığ, günümüde oldukça yaygın olan, ulusalcı kesimin ideolojik ezberlerini yeniden üretip bu işten para veya prestij kazanan popüler yazarlardan çok farklı bir isim değildi. Antik çağlardaki uygarlıklara dair argümanları ya “Sümerlerin aslında Türk olması” gibi 1930’larda ortaya atılan ve bugün artık Atatürkçülerin çoğunun bile kabul etmediği iddiaları ispatlamaya ya da “başörtüsünü tarihte ilk kez Sümerlerdeki tapınak fahişelerinin giymesi” gibi güncel politik tartışmalarda ulusalcı tezleri desteklemeye yönelikti. Ancak, bu iddialarının hiçbirisinin gerçek anlamda bilimsel bir temeli yoktu.
Ayrıca, ulusalcı camiada yaygın olan, halkın cahil olduğu, “uyuduğu” ve artık “uyanması gerektiği” düşüncesini de sık tekrarlar, bu da bu o camianın çok hoşuna giderdi. Burada uyanmaktan kasıt, elbette dinden uzaklaşıp Atatürkçü değerleri benimsemekti.
Tüm bilim-dışılığına rağmen, Muazzez İlmiye Çığ, yaşının da etkisiyle, “ton ton nine” olarak ulusalcı camiada itibarlı kalmaya devam etti. Aslında kendisi, “dinci gericiliğe” veryansın edip bilim vurgusu yapan ama son tahlilde Atatürkçülüğü dinselleştirerek bilimsel olmayan çalışmalara imza atmasıyla koyu ulusalcı kesimdeki temel çelişkilerden birisinin timsali gibiydi.