Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in öğretmen atamalarının mülakata dayalı olarak gerçekleşeceğini açıklamasının hemen ardından bu ülkenin gerçeklerinden haberdar olan milyonlarca insan onu bu yoldan vazgeçirmek için adeta seferberlik ilan ettiler. Başını öğretmen adaylarının çektiği bu gruba eğitime ilişkin söyleyecek iki çift sözü olan hemen herkes iştirak etti. Bu insanlar kendilerini paralarcasına bu yöntemin doğru bir seçenek olmadığını, devasa haksızlıklara yol açacağını, telafi edilemeyecek mağduriyetler doğuracağını oldukça mantıklı ve ikna edici argümanlarla dile getirdiler. 

Ne var ki Bakan Tekin bu argümanlara ya hiç kulak vermedi ya da anlaşılması güç bir şekilde bir türlü ikna olamadı. Israrla, mülakatların tamamen torpilden arındırılmış bir şekilde yürütüleceği iddiasında bulundu.

Oysa bu ülkede bir gün dahi vakit geçirmiş herhangi bir insanın kolaylıkla tahmin edebileceği bir gerçek var ki o da; torpilsiz mülakat yapamazsınız! 20.000 gibi büyük bir atamanın olduğu, 60.000 insanın mülakata alındığı bir senaryoda hiç yapamazsınız! 

Kültürümüzde böyle bir defo var. Torpil denen şey adeta genlerimize işlemiş, bir yaşam tarzı haline gelmiş. Ülkemizdeki seksen beş milyon insanın üzerinde mutabakata vardığı, herkesin asıl gerçeği görebildiği ender konulardan biridir bu. Ne var ki böylesi devasa bir görüş birliği tek bir kişinin ikna edilememesinden dolayı bir işe yaramadı/yaramıyor. 

Ama asıl sorun bu da değil. Atamaların mülakat yöntemi ile gerçekleşmesindeki tek problem torpil değil. 

Bu ülkenin birtakım gerçekleri var. Acı gerçekler. Hatta çok acı gerçekler de diyebiliriz.

Eğitim, ilahiyat, fen-edebiyat fakültesi gibi öğretmen yetiştirme kurumlarımızda öğrenim gören öğrencilerimizin yegâne bir amacı var; devlet okullarına kadrolu öğretmen olarak atanabilmek. Nitekim bu insanlar yukarıdabahsettiğimiz çok acı gerçeğin pekâlâ farkındalar. Kadrolarını elde edemedikleri takdirde onları çok daha zor bir hayat, daha düşük bir yaşam standarttı bekliyor. 

İçlerinde şanslı olup da farklı bir sektörde iş bulmayı başarabilenler için de bu durum gerçekliğini koruyor, biraz daha şanslı olup da özel okullarda görev yapma imkanına kavuşanlar için de. Ya kadrolarını alıp devlet okullarında görev yapıyorlar ya da kendileri ile aynı eğitim süreçlerinden geçen insanların elde ettiği yaşam standarttına ulaşamamanın verdiği hayıflanma ile yaşamlarına devam etmek zorunda kalıyorlar. 

Hal böyle olunca normal şartlar altında bir insanın hayatı boyunca girmiş olduğu binlerce sınavdan sadece biri olması gereken KPSS, öğretmen adayları için adeta ölüm kalım mevzusu haline geliyor. Nitekim tam olarak bu aşamada sonu gelmeyen acı gerçeklerden biriyle daha yüzleşmek zorunda kalıyorlar; mezun/atama oranlarımız hiç iç acıcı bir durumda değil.

Canlarını dişlerine takarak KPSS’ye hazırlanan öğretmen adaylarından en şanslı olanlarının atanabilmek için % 20-30’luk dilime girmesi gerekiyorken, % 1-2’lik bir ihtimal için çabalayanlar da var. 

Ve bu insanlar, tüm bu acı gerçeklerin karşılığında devletlerinden tek bir şey bekliyorlar; adalet!

Nitekim Yusuf Tekin’in bir türlü göremediğini, ısrarla görmek istemediğini canhıraş bir şekilde KPSS’ye hazırlanan adayların tamamı görebiliyor; imkânsızı başarıp torpili önleyebilseniz dahi mülakat yine de adil bir ölçme aracı değil.

Yazının başında bahsini ettiğimiz birkaç milyon insan bu konuda da Yusuf Tekin’i ikna etmek için büyük çabalarharcadılar. Tamamen rasyonel, gerçekçi argümanlar ile. Ama başaramadılar. 

Ve ne yazık ki korkulan oldu. 

Bazı bölgelerdeki jüriler adayların birçoğuna KPSS’de aldıkları puanın 3-5 fazlasını verirken bazı bölgelerdeki adayların puanları KPSS notlarına göre aşağı ya da yukarıya yuvarlandı. Bu birkaç puanlık farklar ise binlerce insanın, canlarını dişlerine takarak, son bir yıllarını ders çalışmanın dışında hiçbir şey yapmayarak geçiren binlerce insanın, devasa mağduriyetler, tarif edilemez acılar yaşamasına yol açtı. 

Kesinlikle adil olmayan, torpile yer verilmediğini varsaysak bile şans faktörünün temel belirleyici olduğu bir süreç işletildi. 

Sürecin sonunda, bizatihi MEB’in eliyle, toplumumuzun yüzleşmek zorunda kaldığı acı gerçeklere bir yenisi daha eklendi; bu andan itibaren ne yaparsanız yapın emekleri çalınan, KPSS puanı ile atama listesinin içerisindeyken mülakatla dışarıda bırakılan, hakları gasp edilen bu insanların ülkelerine küsmelerinin önüne geçemezsiniz. 

Bir inat uğruna yaşamlarının henüz başında olan binlerce gencimizi kızdırdık, küstürdük, zulme uğrattık, travmalar yaşattık, adalete olan inançlarını yerle yeksan ettik. 

Takvim işlemeye başlamış olsa da atamalar hala gerçekleşmedi. Yani henüz iş işten geçmiş değil. Hala çok geç değil.

Dönün bu hatadan sayın Bakan!