Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla birlikte neredeyse istisnasız bir şekilde tüm Avrupa ülkeleri birlikte saf tuttular. Birlikte hareket ettiler, benzer kararların altına imza attılar, benzer yaptırımları uyguladılar, halklarından benzer fedakarlıkları beklediler. 

Bu saldırganca tutum onlar için tolere edilebilir bir seviyede değildi, önü alınmalıydı. Rusya gibi güçlü bir ülkeye karşı muvaffak olabilmenin tek yolu ise bir olmaktı ve bunu başardılar. Yek vücut olabildiler. Bu başarının altında yatan temel faktör ise tamamının ortak bir ilkeye sahip olmasıydı; demokrasi. 

Tamamı benzer bir yönetim biçimine dolayısıyla benzer ilkelere sahip olunca, onlarca ülkenin ortak kararlara imza atması, benzer riskleri üstlenmesi kısacası birlikte saf tutması gibi ilk bakışta imkânsız gibi görünen bu tutum hayata geçebildi. Modern dünya insanı da eğer istenirse zulme karşı bir olunabileceğinin canlı bir örneğini görerek öğrenmiş oldu. 

Şu an ise Müslüman ülkeler benzer bir imtihandan geçiyor ve Avrupa ülkelerinin sergilediği performansın onda birini dahi gösteremiyorlar. 

Gazze’de yaşananlar, canına kastedilen on binlerce çocuk herkesi ama daha çok onlarla aynı dine inanan insanları kahrediyor. Yüksek ihtimalle Avrupa insanının Ukrayna için yaşadığı hüzünden çok daha fazlasını yaşıyor Müslümanlar. Ama sıra bir adım atmaya gelince ortaya kıytırık kınamalar, içi boş yaptırımlar, toplumun gazını almaya yönelik liderlerin ağzından dökülen desibeli yüksek, etkisi küçük söylemler çıkıyor. 

Ve günün sonunda hepimiz şu acı gerçeği kabullenmek zorunda kalıyoruz ki; Gazze, onlarca Müslüman ülkenin tam ortasında olmasaydı, hatta gezegendeki Müslüman nüfusa sahip tek bölge olsaydı İsrail şu an yaptıklarının yine birebir aynısını yapmış olacaktı. Onlarca Müslüman ülke, milyonlarca Müslüman; sıfır etki, sıfır caydırıcılık. 

Bir sürpriz mi bu durum? Şaşırmalı mıyız? 

Ne yazık ki, hayır.

Farklı bir durum ortaya konulabilseydi, şaşılacak olan o olurdu. 

Ne var ki demokrasinin olmadığı bir yerde lider sayısınca doğru, lider sayısınca menfaat ve ilke vardır. Toplumun duygu ve düşüncelerinin ise herhangi bir kıymeti harbiyesi yoktur. Oysa halkın beklentilerinden de, duygu ve düşüncelerinden de haberdardır liderler. Ama onların önceliği toplumun ne istediği değildir, Gazzeli çocuklar da değildir. Sadece ve sadece kendi ikballeridir. 

Bu gerçekler ortada duruyorken toplumda sıkça konuşula gelen “İslam birliği” muhabbetinin, gerçekleşme ihtimali olmayan romantik bir hayalden öteye geçmeyeceğini artık öğrenmiş olmamız gerekiyor. 

Evet, Müslümanlar da günün birinde Avrupa vari bir birlikteliğe sahip olabilirler. Ama bunun için öncelikle tamamının demokratik bir rejime bir diğer deyişle onurlu bir yaşam tarzına geçiş yapmaları gerekiyor. Bu da yine yakın gelecekte gerçekleşme ihtimali olmayan bir hayalden ibarettir. 

Ne var ki tüm gücü elinde bulunduran herhangi bir liderin bu lüksten vazgeçerek demokrasiyi benimsemesi akla ziyan bir beklenti olacaktır. İşin acı tarafı ise Müslüman halkların da bu yönde elle tutulur bir beklentisi ya da girişimi yok. 

Müslüman ülkelerin kafasına vurularak yönetilmeye alıştırılmış halkları demokrasiyi konuşmak, onu talep etmek yerine zulme karşı nefret söylemlerine başvurma ve batılı ülkeleri suçlama gibi ucuz refleksler geliştirdiklerini görüyoruz. Müslümanlar, daha onurlu bir yaşamdansa anlık tatminiyyetlere fit olmayı pekâlâ kabullenmişler. 

Demokrasi daha onurlu, daha şerefli bir yaşam demek. Böylesi birinci sınıf bir yaşam tarzını da oturduğunuz yerden elde edemezsiniz. Gerçekte istemeniz, elinizi taşın altına koymanız gerekiyor…