Bir ülkede işler yolunda gitmiyorsa,

örneğin;

ekonomik durum kötüyse,

yolsuzluklar almış başını gitmişse,

adalete güven kalmamışsa,

her yıl binlerce insan iş kazalarında ölüyorsa,

bir otel yangınında onlarca insan can veriyorsa,

çalışanlara köle vari bir yaşam tarzı layık görülüyorsa,

gözlerin en çok parıldaması gereken yerler olan üniversiteler, tükenmişlik sendromuyla boğuşan gençlerle dolup taşmışsa,

o ülkenin bir reforma ihtiyacı vardır. Radikal düzenlemeler gerektiren bir reforma…

Fakat şöyle bir gerçek de var ki; yaşadığı ülkeyi kendi elleriyle bu hale getiren ya da bu duruma seyirci kalan bir toplumdan böylesi bir reformu beklemek çok da gerçekçi bir tutum olmayacaktır.

Nitekim bahsi geçen dönüşümü gerçekleştirebilecek bir toplum zaten bu hale gelmezdi. Doğru kararlar alıp üstüne bir de bunları uygulamayı başarabilen bir toplum radikal düzeyde bir reforma ihtiyaç duymazdı.

O yüzden çözümü bazen dışarıda aramak gerek…

Ne var ki her ülke bu imkana da sahip olmayabiliyor. Sizinle aynı seviyede ya da daha kötü bir durumda olan onlarca ülkenin tam ortasında yer alıyorsanız, kısmetinize razı olmaktan başka da bir seçeneğiniz olmayacaktır.

Oysa hemen yanı başınızda işlerin tıkırında ilerlediği ve şartları sağlama koşuluyla dışarıdan da üye kabul eden bir oluşum varsa hikâyeniz bambaşka bir şekilde devam edebilir.

Böyle bir senaryoda ise toplumun birdenbire bambaşka bir seviyeye ulaşması gibi gerçekleşme ihtimali olmayan bir hayalin peşinde koşmaya gerek kalmayacaktır ama yine o toplumun gerçekçi bir tutuma ve pragmatik bir bakış açısına sahip olma gibi birtakım ödevleri yerine getirmesi gerekecektir.  

Kısacası, bahsi geçen toplumdan beklenen; “Ne mal olduğumun farkındayım, kendi kendime de düzeleceğim yok. O zaman demokrasi ve adaleti zoraki de olsa uygulamam gerekecek bir yere kapağı atmalıyım” diyebilecek gerçekçiliğe ve kararlılığa sahip olmasıdır.

Avrupa kıtasında yer alan ya da ona komşu olan ülkelerin bu bağlamda bir seçenekleri var, Avrupa Birliği!

Drama yapmaya meraklı değilsek eğer Avrupa Birliğine üye ülkelerin dünya üzerindeki birçok ülkeye göre vatandaşlarına daha onurlu ve kaliteli bir yaşam sunduğunu kolaylıkla görebiliriz.

Avrupa Birliği ülkeleri vatandaşlarına daha onurlu bir yaşam tarzı sunuyor çünkü bu ülkelerin insanları fikirlerini kendilerine saklamak zorunda kalmadan, korkusuzca, özgürce, dürüstçe ifade edebiliyorlar. Demokrasi, korkak ve iki yüzlü bir yaşam biçimine karşı bir set görevi görüyor.

Avrupa Birliğinin vatandaşlarına sunmuş olduğu kaliteli yaşam tarzının ise birçok bileşeni var. Akla ilk gelen yüksek bir refah seviyesi olsa da, AB’nin bilhassa alt gelir düzeyinden gelen insanların yaşamlarını daha kaliteli bir forma ulaştırmaya yönelik birçok düzenlemesi var.

Mesela…

Yolsuzlukların üzerine görülmemiş bir kararlılıkla gidiyorlar, devletin malını çaldırmıyorlar, çalanların hak ettiği cezayı almasını sağlıyorlar.

İş kazalarının önüne geçme adına -yine işi çok sıkı tuttukları- birçok düzenlemeleri var. Yani işçilere dönüp “Aman dikkatli olun, başınıza bir şey gelmesin” diyerek işin içinden sıyrılmıyorlar. İşverene dönerek “Ticari faaliyetlerine devam etmek istiyorsan, iş güvenliğine ilişkin önüne koyduğumuz tüm kararlara harfiyen uyacaksın” diyorlar.

Yangın prosedürleri için de oldukça katı kuralları var. Avrupa Birliğine üye bir ülkede yaşıyorsanız bu katı kurallara mecburen riayet ediyorsunuz. Kuralları uyguladığınız takdirde ise bir binada yangın çıkma ihtimali düşük, yangın çıksa bile can kaybı ihtimali düşük, onlarca insanın bir binada yanarak can verme ihtimali ise çok düşük.

Ararsak çok daha fazlasını bulacağımız kesin. Bulduklarımızın tamamının ise insan hayatına değer veren, duyar duymaz zihinde olumlu bir izlenim oluşturacak düzenlemeler olacağı da kesin.

Tam olarak bu noktada ülkeleri bir diğer deyişle toplumları üç kategoriye ayırabiliriz…

Danimarka, Almanya, Hollanda gibi Avrupa Birliği olmadan da nitelikli bir yaşam tarzına sahip olmayı başarabilen, AB’ye girerek bu nitelikli yaşam tarzının yayılmasına ön ayak olan toplumlar.

Bu oluşuma dahil olmadığı takdirde yüz senede ulaşamayacağı bir seviyeye AB’ye girerek bir çırpıda ulaşabileceğinin farkında olan, bu nedenle gereksiz triplere girmeyerek gerçekçi ve pragmatik bir bakış açısı yakalayabilen ve bu doğrultuda zorlanarak da olsa ödevlerini yapan, Romanya ve Bulgaristan gibi örneklerini verebileceğimiz toplumlar.

Bir de drama meraklısı olan, pembe yalanlara kendini fazlasıyla inandırmış, henüz kendisine dokunmadığı için insan hayatının değerini tam olarak idrak edemeyen, hırsızlığa, yolsuzluğa göz yummayı öğrenmiş, elindekine fit olmayı yaşam tarzı haline getirmiş toplumlar.