Olumsuz bir tablonun olduğu bir yerde, olumsuzluğun seviyesiyle doğru orantılı bir tepki görmeyi beklersiniz.
Mesela…
Yaşadığınız binanın dış cephesinin boyaları az biraz dökülmüşse, bina sakinlerinin bu durumu arada bir gündeme getirmesi ama buna rağmen bu nahoş görüntüyü ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir eylemde bulunmaması çok da şaşılacak bir şey değildir.
Ama yaşadığınız bina tel tel dökülüyorsa, demirler kolonlardan dışarı fırlamışsa, bina her geçen gün daha bir yan yatmaya başlamışsa insanların bas bas bağırmasını, derhal bir önlem almasını kısacası çok daha radikal tepkiler göstermesini beklersiniz.
Radikal tepkilerin olması gereken bir ortamda insanlar sorunu sadece konuşarak geçiştiriyorlarsa eğer orada bir problem var demektir. Olumsuz tablonun muhatabı olan insanlar son derece kötü bir imtihan veriyor demektir.
Halihazırda ülkemizdeki üniversite eğitimi sistemimiz konunun muhatabı olan herkesin bas bas bağırmasını gerektiren bir hal almış vaziyette. Ama her nedense ortaya konan tepkiler yıkılmaya yüz tutmuş binanın sakinlerindense, boyası dökülen binanın sakinlerinin gösterdiği seviyede kalıyor.
Oysa o eşik çoktan aşıldı. Üniversiteler sadece bir şeylerin yolunda gitmediği, birtakım ufak tefek problemlerin vücut bulduğu, eğitim kalitesinin tolere edilebilir bir düzeyde düşüş yaşadığı yerler değil artık.
Üniversiteler, niçin orada olduğunun farkında bile olmayan, sıfır motivasyonla eğitimine devam eden, mezun olduğunda eğitim gördüğü alanda istihdam edilemeyeceğinden neredeyse emin olan, tüm bu sebeplerden dolayı da fakülteye adım attığı günkü bilgi, birikim ve donanımının üzerine hiçbir şey koyamayan yüzbinlerce öğrenci ile dolu.
Eğitim sözcüğüyle yakından uzaktan ilgisi olan herhangi bir kimsenin kolaylıkla kestirebileceği bir şekilde motivasyon nitelikli bir eğitimin olmazsa olmazıdır. Üniversite öğrencileri için motivasyonun en temel karşılığı ise istihdam edilmek, aldığı eğitimin maddi bir karşılığının olacağını, ona daha nitelikli bir yaşam sunacağını bilmektir.
Kendilerinden önce aynı bölümden mezun olanların akıbetini, üstüne bir de dehşet verici seviyede acımasız istatistikleri gören öğrenciler henüz fakülte sıralarına oturmadan eğitim süreçlerinde en çok ihtiyaç duyacakları faktörden, motivasyondan, mahrum kalıyorlar.
Alacağı diplomanın istihdam edilme sürecinde bir faydasını göremeyeceğine kanaat getiren bir bireyi nitelikli bir eğitim alması gerektiği yönde ikna edebileceğiniz, yok denecek seviyeye inmiş motivasyonunu tekrardan canlandırabileceğiniz bir argüman ise bulunmamaktadır.
Nasıl ki bir hastaya “2 ay sonra öleceksin ama…” ile başlayan bir cümle kurduğunuzda “ama”dan sonrası onun için hiçbir şey ifade etmeyecekse, “Bu diplomanın iş bulma noktasında sana bir yararı olmayacak ama…” ile başlayan bir cümle de bir üniversite öğrencisi için tamamen anlamsız, gerçeklikten uzak bir söylem olacaktır.
Kısacası öğrencilerimiz bir şekilde üniversiteye adım atıyorlar, çoğunlukla bir şekilde mezun da oluyorlar ama -yüksek ihtimalle- motivasyon eksikliği sebebi, nitelikli eğitim alamama sonucu ile alanlarının uzmanı olamıyorlar.
Gelinen seviye itibariyle şunu kabul etmek zorundayız ki; ülkemizdeki üniversitelerin çok büyük bir çoğunluğu beklenen düzeyde bir işlev görmüyor. Bireye, topluma, ülkeye herhangi bir getirisi olmayan onlarca üniversitemiz, yüzlerce fakültemiz var.
Faydası olmayan bir kurumun tolere edilebileceği tek senaryo ise bahsi geçen kurumun aynı zamanda herhangi bir götürüsünün de olmadığıdır.
Öyle mi, peki?
Ne yazık ki değil!
Bir şey kazandırmamaları başlı başına büyük bir problem olan üniversiteler aynı zamanda çok şey götürüyor, çok şey kaybettiriyor.
Milyonlarca gencin yılları, umutları, yaşam sevinçleri yok pahasına uçup gidiyor. Seksen beş milyonun vergileriyle bir araya getirilen devasa kaynaklar boşa akıp gidiyor.