Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924) yani “öğretim birliği yasası” ile Osmanlı sonrası Türkiye’sinde yapılan birtakım devrimler doğrultusunda tekke ve zaviyelerin, anlaşılır şekilde söyleyecek olursak, tarikatların kapatılması, laikliğin, modernleşmenin bir gereği olarak uygulandı. En azından uygulanmaya çalışıldı zira Türkiye sosyolojisi açısından bu uygulanabilir değildi. Nihayetinde bugün geldiğimiz noktada tarikatların varlığını sürdürdüğü de malum.
Yasaklama ve varlığını devam ettirme ısrarı arasında maalesef birbirini “gericilik” ve “dinsizlikle” itham eden iki kesim oluştu. Aslını isterseniz bu gerilim toplum tabanında aşırı yaygın değildi toplum bir şekilde kendi potasında bu tip marjinallikleri kısmen eritme kapasitesine sahipti ancak yönetici kadroların kahir ekseriyeti, gerici diye itham ettiği dindar, tarikat ehli kesimleri bir öteki, bir korku vesilesi ilan edip hedef alınca tepeden tabana doğru ittirilen bir gerilim, sosyal bir gerçeklik halini aldı.
1924’te başlayıp 2024’e kadar tam bir asırdır bu meselenin içinden çıkamadığımız düşünülürse ve bu dönemin tam olarak yarısı laik kesimlerin iktidarı dönemine tekabül ediyorsa iki kesim de kendi çıkarları için dinin ekmeğini afiyetle yemiştir. Zira din, siyasetin domine ettiği toplumun en önemli sosyal gerçekliklerinden biridir.
Dindar kesimler içerisinden çıkan bir hareket olan AK Parti’nin iktidara gelmesi engellenemeyince -en azından 2002-2014 bandında- hareket alanı birçok girişimle daraltılmaya çalışıldı. Sonucu hepimiz biliyoruz, bu müsabakayı AK Parti kazandı. Laik kesimlerin dini değilleyerek yaptığı siyaseti, dini merkeze alarak yaptı. Demem o ki hem laik hem de dindar kesimler bu ülkede dini, siyasete alet etti, nokta.
Ve şimdi artık karşımızda laik-dindar müsabakasının uzatmaları oynaması nedeniyle kendini pek göstermese de sürpriz bir sonuç var: Hangi kesimden olursanız olun, dini siyasete alet etme döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Düne kadar dine karşı olan laik kesim bugün artık dini, dindarları değil, dinin siyasileştirilmesini hedef alıyor. Ve çok ilginçtir ki artık yalnız da değiller çünkü dindar kesimden de dine zarar verdikleri gerekçesiyle dini siyasete alet etme meselesine karşı çıkılıyor.
Türkiye’de her ne kadar dinin varlığı ve yokluğu üzerinden siyaset yapılsa da ve kısmen bunun alıcıları olsa da artık laik kesimlerin de dini değilleyerek yani dini siyasete alet ederek siyaset yapma dönemi bitiyor. Kimsenin kadınların başörtüsünü yasaklama ya da cami kapatma gibi bir niyeti yok, din elden gitmiyor. Ya da kimsenin halifelik ilan edip, laik cumhuriyeti yıkmak gibi bir niyeti de imkânı da yok. Üç beş marjinal tipin bu konuyla ilgili bağırıyor olması çoğunluk oldukları anlamına gelmiyor.
Tarihi fırsat ya da toplum için bir umut… şeklinde cümleler kurmayacağım. Hem laik hem de dindar kesimlerin, bırakın karşı mahalleyi kendi mahallerinden bile artık bunaldığı bir döneme yaklaşıyoruz. Örneğin, yerel seçimlerde “iman ve küfür” siyasetinin yapılmasından rahatsız olan dindarlar var. Ya da marjinal tip çıkıp “türban siyasi simge” dediğinde ilk tepkiyi laik kesimden alıyor, hatta bunu tek söyleyen siyasetçinin kendisi olduğu tescilleniyor. Yani artık “İstanbul düşerse Kudüs düşer”in bir karşılığı yok. Ya da “türban, laiklik elden gidiyor” safsatasının pek kimseyi harekete geçirdiği yok. Zaten bu nedenle de dindar ve laik kesimler içindeki “bazı” dindar ve laikler, eldeki iş görür sandıkları “gerilim” sermayeleri tükenmesin diye hilafet sloganı atmak ya da tevhit bayrağına yumruk atmak gibi radikal çıkışlar yapmak zorunda kalıyor ancak bu girişimler, eskisi kadar karşılık bulmuyor çünkü artık dinin varlığı ya da yokluğu üzerinden dini siyasete alet eden kesimler için yolun sonu görünüyor. Zaten bu nedenle de farkındaysanız Türkiye siyasetinde bir tıkanma söz konusu çünkü domine edici sermaye tükendi. “Nasıl olur, muhalefet bitti, AK Parti hala iktidarda.” diyebilirsiniz. Ancak biraz derinlemesine baktığınızda AK Parti’nin din merkezli siyaset nedeniyle değil, o sermayesi tükendiği için milliyetçi, devletçi yani karşısında olarak kendisini inşa ettiği yönelimlere başvurarak yeni sermayeler aradığını ve aradığını bulduğu için de iktidar ömrünü uzatabildiğini görebilirsiniz. Ya da tüm laiklerin değil ancak sayıları oldukça azalmış olan din karşıtı laiklerin, tevhid bayrağına atılan yumruk sonrası tribünlere koşma ateşinin saman alevi gibi hızla söndüğünü görebilirsiniz. Tabi görmek isterseniz.