Bahçeli’nin Türkiye siyasetinde bomba etkisi yaratan Öcalan çıkışının yankıları sürüyor.
Bahçeli’nin açıklamalarının hemen ertesi gününde TUSAŞ’a gerçekleştirilen terör saldırısı sonrası süreç bir miktar rölantiye alınmış olsa da ok yaydan bir kez çıktı, uygun ilk konjonktürde yeni gelişmelerle devam edecektir.
Bahçeli’nin çıkışıyla ilişkili akla gelen ve tartışma konusu olan ilk mesele, çıkışın arkasındaki temel motivasyon. Önce biraz bunu irdelemek istiyorum.
Bölgesel jeopolitik kaygılar
Bu noktada birçok kişi Bahçeli’nin çıkışını Cumhur İttifakı’nın iktidarını sürdürmeye dönük bir hamle olarak değerlendirse de bu bence doğru bir tahlil değil.
Çünkü, bir kere, Cumhur İttifakı’nın anayasa değişikliği yapabilmek için DEM Parti’nin desteğine ihtiyacı yok, bunu CHP ile anlaşarak da yapabilir ki yerel seçim sonrası Erdoğan ilk bu seçenek üzerinden ilerlemişti.
İkincisi, iktidar DEM Parti’nin desteğine ihtiyaç duysa bile, bunun için Öcalan’ın serbest bırakılıp TBMM’de konuşma yapması gibi ütopik bir hamle yapmasına gerek yok. Tutuklu vekillerinin salınması, belediyelerine kayyum atanmaması ve partiye kapatılma davası açılmaması gibi ödünlerle de DEM Parti iktidara belli konularda zaten destek verirdi. Böylesi hem iktidar açısından da daha az riskli olurdu. Zira, Bahçeli’nin Öcalan çıkışı Cumhur İttifakı’nın milliyetçi seçmeni kaybetmesine dönük büyük riskler barındırmakta.
Öyleyse bu çıkışın arkasında başka dinamikler yatmakta. Bu dinamikler de bölgesel jeopolitik gelişmelerle ilişkili.
Hamas’ın 7 Ekim Saldırısı’ndan beri Batı Asya coğrafyası büyük değişimlere gebe. Bir tarafta İsrail, kendisine yapılan saldırının ana kaynağı olarak gördüğü İran rejimini yok etmek istiyor ve bu amaçla ABD’yi bölgesel bir savaşa çekmeye çalışıyor, diğer tarafta ise Suriye’de iç savaşın bir birçimde çözüme ulaşması konusunda beklentiler artıyor.
Bu gelişmeler sonucunda Türk devleti ve Cumhur İttifakı, bölgedeki yeni gelişmelerin dışında kalmamak ve kaldığı takdirde kendi milli güvenliğine karşı oluşabilecek büyük jeopolitik riskleri şimdiden bertaraf etmek adına bir süreç başlatmış gözüküyor.
Bu jeopolitik riskler dikkat edilirse hep Kürdistan coğrafyasıyla bağlantılı. Suriye’de zaten de facto olarak kurulmuş olan Kürt devletçiği Türkiye’nin inisiyatifinin dışında hukuksal/meşru bir yapıya kavuşursa, bunun üzerine bir de, ihtimali bence düşük olmakla beraber, İran’da bir rejim değişikliği ile beraber Kürdistan’ın İran parçası da Suriye ve Irak’ta olduğu gibi de facto bağımsız hale gelirse, bu durum, Kürdistan’ın son bağımsız/özerk olmayan parçasını içinde bulunduracak olan Türkiye üzerinde büyük bir basınç yaratacaktır. Amaç belli ki bu basınca karşı erkenden ön almak.
Nihai hedef ne?
Cumhur İttifakı’nın sıfırdan yeni anayasa söylemi, radikal içerikte olacağı anlaşılan Kürt açılımı ve Batı Asya’daki jeopolitik gelişme ve dengeleri hep birlikte düşündüğümüzde, tahminim, iktidar Türkiye’nin kuruluş ayarlarını değiştirecek radikallikte bir değişiklikle, ulus-devlet yapısından Rusya tipi emperyal bir siyasi yapıya geçişin hesabını yapıyor.
Rusya, ulus-devlet gibi gözükmekle beraber aslında bir imparatorluk. Rusya’da etnik olarak olarak sadece Ruslar yaşamıyor. Çoğu Müslüman, Türk ve Kafkas halkları da Rus toprakları içerisinde yaşıyor ve belli bölgelerde çoğunluğu oluşturuyor. Rusya’nın idari sisteminde bu halkların bulunduğu bölgeler özerk cumhuriyetler şeklinde yönetiliyor.
Hatta Rusya’nın sadece uluslararası düzeyde tanınan toprak sınırları içerisinde değil, komşu coğrafyalarda da fiilen kendine bağlı bölgeler bulunmakta. Gürcistan’da Abhazya ve Osetya, Ukrayna’da Donetsk ve Luhansk ve Moldova’da Transdinyester de jure olarak başka ülkelerin toprakları olmakla birlikte de facto olarak Rusya’nın parçasılar.
Bu durumu Türkiye ve Suriye’ye uyarladığımızda, Türk devleti ve Cumhur İttifakı, kuzey Suriye’de hem Türkiye hamiliğindeki Arap bölgeleri hem de Kürt bölgesini fiilen kendi hakimiyetinde özerk bölgelere dönüştürmeyi amaçlıyor olabilir. Bu amaçla Öcalan’ı kullanmak istemesi oldukça akla yatkın. Aynı şekilde, Suriye’de Kürtlerin özerk bölgesininfiilen Türkiye’ye bağlanarak tanınması ve Türkiye’dekiKürtlere belli kültürel haklar verilmesikarşılığında PKK’ya silah bıraktırılması hedefleniyor olması muhtemel.
5 Kasım’daki ABD Seçimi’ni Trump kazanırsa, Batı Asya’dan ABD askerlerini çekmek isteyen Trump da bir ihtimal böyle bir plana ikna edilebilir (tabii siyonist lobi bu işe ne der, o da sürecin başka bir bilinmeyeni).
Eğer bu neo-Osmanlıcı bölgesel hedefler başarılırsa, o zaman sıfırdan yazılacak anayasa da buna uygun şekilde Kürt ve Arap varlıklarını tanıyacaktır ki iktidar Suriyeli mülteci sorununu da hiç Esad’la yüz göz olmadan bu şekilde çözebileceğini düşünüyor olabilir.
Bu jeopolitik hedefler, İsrail’in olası bir İran harekâtına karşı da bir ön alma anlamına geliyor. Eğer olur da gerçekten İran’daki rejim devrilir ve İran Kürdistan’ı özerk bir yapıya kavuşursa Türkiye bu sürece hazırlıklı girmiş olacaktır.
Tüm bu planlar içerisinde Türk devleti ve Cumhur İttifakı, “ABD-İsrail kaynaklı bölgesel gelişmeler gereği Kürdistan’ın kurulmasını engelleyemiyorum, o zaman süreci kendi hegemonyam altına alayım” gibi bir mantıkla hareket ediyormuş gibi duruyor.
Bu yazdıklarım, bölgesel gelişmeler ve eldeki veriler dikkate alındığında en olası senaryo. Ancak süreç karmaşık.İlerleyen dönemde olayların nasıl gelişeceğini göreceğiz. Nasıl gelişirse gelişsin,Türkiye ve Batı Asya’da radikal değişimler kapıda.