Geçtiğimiz hafta Suriye’de cihatçı Hayat Tahrir el-Şam liderliğinde Suriyeli muhalif güçlerin Baas rejiminin Suriye Ordusu’na bir askeri harekat başlatıp Halep şehri dahil kuzeybatı Suriye’de önemli toprak kazanımları elde etmesi dikkatleri tekrardan Suriye’ye yöneltti.

2020 yılındaki ateşkesten beri Suriye’de iç savaş bir miktar durulmuş, sadece ufak çaplı çatışmalar yaşanmaktaydı. Bu askeri taarruz Suriye’yi Türkiye’nin tekrardan bir numaralı gündem maddesi haline getirdi. Özellikle de bir Kürt açılımına hazırlanıldığı şu günlerde.

Bu yazının amacı devam etmekte olan askeri harekattan bilgi vermek ya da bu bilgiler üzerinden bölgesel jeopolitik analizler yapmak değil. Ben daha çok, kendi akademik ilgi alanıma giren, Türkiye ve Suriye’deki sosyo-siyasal kutuplaşmanın dikkatimi çeken benzerliklerini ve farklılıklarını ele alacağım ve yazının en sonunda iç savaşın kalıcı bir barışa dönüşebilmesi için kendi perspektifimden bu saflaşmaya en uygun siyasal çözümün ne olduğunu yazacağım.

Benzerlikler

Suriye, tarihsel gelişimi, sosyolojik yapısı ve bunun siyasetteki yansımaları açısından Türkiye ile önemli benzerlikleri olan bir ülke.

Bir kere, temel sosyo-siyasal saflaşma birbirine oldukça benzer. Suriye’de bir tarafta laikler, Arap Alevisi de denilen Nusayriler ve Hristiyanlar, diğer tarafta ise çoğunluğu oluşturan muhafazakâr Sünniler var. Nüfusun %10’unu oluşturan Kürtler de, aynı Türkiye’deki gibi, üçüncü ayrı bir grup oluşturmakta.

Birinci grup orduyu ve devleti bir şekilde ele geçirmiş, seküler milliyetçi Baas ideolojisi doğrultusunda on yıllardır ülkeyi otoriter hatta yer yer totaliter bir tek-parti rejimiyle yönetiyor. Sünniler ise büyük oranda siyasal sistemden dışlanmış durumda.

Sünnilerin dışlanmasında ana gerekçe İslami radikalizm. Bu gerekçenin elbette ki haklı bir yönü var. İslami köktenci gruplar 1970’lerin ikinci yarısı ve 1980’lerin başlarında Baas rejimine karşı silahlı isyanlar başlattılar. Bugün de Suriye’de cihatçı örgütler oldukça güçlü.

Ancak, İslami radikalizmin varlığı rejimin bu derece otoriter olmasını gene de haklı çıkarır mı? Bu büyük bir soru işareti.

Suriye’deki bu ana siyasi ayrışmaya bakılırsa Türkiye ile benzerlikler derhal görülebilir. Türkiye’de de ülkenin 1923’te kurulmasından beri siyaset bir tarafta laik milliyetçilerin diğer tarafta Sünni muhafazakârların olduğu bir toplumsal kutuplaşma üzerinden yürüyor. Türkiye’deki Aleviler de istisnai durumlar hariç laik milliyetçi tarafta. Ayrıca bir de üçüncü grup olarak Kürtler var.

Türkiye’de, Baasçılıkla önemli benzerlikleri olan tek-parti dönemi CHP’sinin 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmasının ana gerekçesi partinin dini siyasete alet eden kesimlere (yani bugünün tabiriyle siyasal İslamcılığa) alan açtığı iddiası idi. Aynı şekilde, Baasçı darbeleri hatırlatan, 1960’daki 27 Mayıs darbesinin temel gerekçelerinden birisi, iktidardaki Demokrat Parti’nin laiklik ilkesini aşırı aşındırılmasıydı. Bu örnekler çoğaltılabilir. İşin özü, Türkiye’de özellikle 1950’de demokratik bir siyasal sisteme geçilmesinden itibaren, başta ordu olmak üzere ulusalcı/Atatürkçü karakterdeki devlet bürokrasisi ile DP-AP-ANAP-AKP çizgisindeki çoğunluk muhafazakâr kesimi temsil eden partiler arasındaki ana ayrışma ekseni Suriye’deki sosyo-siyasal saflaşma ile oldukça benzer.

Hatta, Türkiye’deki bu iki ana siyasal çizginin Suriye İç Savaşı’na bakışı da tam olarak ideolojik düzeyde denk geldikleri grubu desteklemek üzerine kurulu. Dikkat ederseniz, Aleviler ve laik milliyetçiler Esad rejimine daha yakın ya da en azından çok karşı değil ama İslamcılara tamamen karşı, muhafazakârlar ise Esad rejimine çok karşı ve cihatçılara karşı daha ılımlı.

Bazı önemli bazı farklar

Türkiye ile Suriye’deki sosyo-siyasal saflaşmaya dair öne sürülebilecek bir fark, Türkiye’deki ulusalcı blokta daha çok milliyetçilik ve laisizm baskınken, bölgesel jeopolitikle de ilişkili olarak Suriye’de rejimin Şii/Alevi karakterinin daha baskın olması. Tabii Baas da yıllarca sol eğilimli bir Arap milliyetçiliğini savundu ve resmi söylemde Nusayriliği ön plana çıkarmadı ancak rejimin sosyal tabanının buraya dayandığı bilinmekte. Bunda, Suriye’de endüstrileşme ve kentleşmenin Türkiye’ye göre görece düşük olmasıyla bağlantılı olarak laik orta sınıfın toplumda yeterince kök salmamış olması bir etken olabilir. Başka bir etken de, elbette, Suriye’deki rejimin bölgesel düzeyde ayakta kalabilmesi için teokratik İran rejiminin desteğine ihtiyaç duyması.

Ancak, Türkiye’nin Suriye’den muhtemelen en önemli farkı, temelde birbirine çok benzeyen bu sosyo-siyasal kutuplaşma ve çatışmayı bir iç savaşa dönüşmeden sürdürebilmiş olmasında.

Tabii, Türkiye’de de süreç dikensiz gül bahçesi değildi. Ulusalcı kesim, muhafazakâr hükümetlere defalarca darbe yaptı. Muhafazakâr hükümetler ise gücü ele geçirdiklerinde popülist-otoriter yönetimler kurmaya kalktı. Bugün de Türkiye’de böyle bir yönetim var.

Ne var ki, öyle veya böyle, Türkiye’de laiklerle dindarlar arasındaki kutuplaşma hiçbir zaman bir iç savaşa evrilmedi. Suriye’de ise Sünni çoğunluğa yönelik on yılların getirdiği dışlama ve baskı en sonunda bir iç savaşa dönüştü.

Bu iç savaşın en büyük sorumlusu Baas rejiminin kendisidir. Suriye, Türkiye’nin 1945-50 arasında yaptığı demokratik geçişi hiçbir zaman yapmadı veya yapamadı. Bunda şüphesiz Türkiye’nin sosyo-ekonomik olarak daha gelişmiş olmasının ve Batı’nın parçası olmayı arzulamasının payı büyük. Ancak, öyle veya böyle, 60 sene bir ülkeyi Türkiye’nin 1930’lu yıllardakine benzer bir tek parti rejimiyle yönetirseniz ve 21. yüzyılda hâlâ böyle bir yönetimde ısrar ederseniz tencere bir yerde patlar. Nitekim, bölgesel gelişmelerin etkisiyle 2011’de patladı da.

Peki, ne olmalı?

Reelpolitik ve bölgesel güç dengeleri ne derece elverir, bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak, Suriye gerçekten bir istikrara kavuşacak ise Sünnilerin de kapsanacağı bir siyasal sistemin varlığı şart. İç savaşı bugün Baas rejimi kazansa bile çoğunluğun sistematik olarak dışlandığı bir siyasal rejim yarın kaçınılmaz olarak gene istikrarsızlık yaratır.

İkinci olarak ise, Suriye’de Kürtlerin çoğunluk oluşturduğu şehir ve bölgelere aynı Irak’ta olduğu gibi özerklik verilmeli. Ki zaten, reelpolitik açıdan da bu saatten sonra Suriye’deki Kürtler bundan daha azına razı olmayacaklardır.

Üçüncü olarak ise, Suriye’de cihatçı örgütler tamamen temizlenmeli. Şu an Suriye’de Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu, Baas rejimine karşı cihatçılarla fiili bir işbirliği içerisinde. Türkiye’de iktidar meseleye “Esad hele bir gitsin de, sonra cihatçıların da icabına bakılır” şeklinde bakıyor ki iç savaşın başından beri de hep böyle baktı. Ancak, aslında cihatçılar Baas rejiminden de daha tehlikeli. Hatta cihatçıların hakim olacağı bir Suriye’dense Baas rejiminin kalması bile yeğdir.

Bu saydıklarım ne derece gerçekleşir, ilerleyen dönemde göreceğiz. Ancak, daha fazla insan kaybının yaşanmaması için 13 yıldan fazladır süren Suriye İç Savaşı’nın artık bir çözüme kavuşması şart.